GERİ DÖN

Ders Öğretim Planı


Dersin Kodu Dersin Adı Dersin Türü Yıl Yarıyıl AKTS Kredi
EPSI328 Child-Adolescent Guilt Seçmeli Ders Grubu 3 6 6.00 3.00

Lisans


Türkçe


Çocukluk ve ergenlik dönemi içindeki anti-sosyal davranışı inceler



1 DERSE GENEL GİRİŞ
2 ÇOCUK SUÇLULUĞUNUN TANIMI VE TARİHÇESİ
3 EVRENSEL BİR SORUN OLARAK ÇOCUK SUÇLULUĞU
4 ÜLKEMİZDE ÇOCUK SUÇLULUĞUNA DAİR ÇALIŞMALAR
5 ÜLKEMİZDE ÇOCUK SUÇLULUĞUNA DAİR ÇALIŞMALAR
6 EN ÇOK İŞLENEN SUÇ TÜRLERİ ÜLKEMİZDE ÇOCUK SUÇLULUĞU Ülkemizde suç işleyen çocukların sayısı: Ülkemizde suç işleyen çocukların gerçek sayısını bulmak zordur. Bu konudaki istatistiklerde yeterli değildir. Çünkü mahkemelere intikal etmiş çocuk suçlarında, eğer çocuk ceza sorumluğu dışında ise, yani 11 yaşını bitirmemiş, ya da 15 yaşını doldurmamış ve temyiz kudreti bulunmuyorsa, hakim çocuğun kişiliğine en uygun tedbirlerin uygulanmasına karar verir, ceza vermez. Bu yüzden haklarında tedbir uygulanan suçlu çocukların sayısı istatistiklerde yer almaz. Ayrıca karakol ve mahkemelere intikal ettirilmeyen çocuk suçlarının sayısının az olmadığı bir gerçektir. Devlet İstatistik Enstitüsünce hazırlanan Adalet İstatistiklerine göre ülkemizde cezaevine giren 11-17 yaş arasındaki suçlu çocukların 1997-1999 yılları arasındaki dağılımı şöyledir. Görüldüğü gibi açılan davalardaki sanık çocuk sayısında hem erkekte, hem de kadında artış gözlenmektedir. Toplamda ise 20.000 gibi büyük bir rakam artmıştır. Cezaevine giren hükümlü çocuk sayısına baktığımızda ise hem erkekte hem kadında hem de toplamda bir düşüş gözlenmektedir. ÜLKEMİZDE EN ÇOK İŞLENEN ÇOCUK SUÇU TÜRLERİ 1-Şahsa Karşı İşlenen Suçlar : Ülkemizde bu suçtan hüküm giyenlerin suç işleme nedenleri araştırıldığında, kan davası, hayvan ve arazi anlaşmazlığı, namus temizleme gibi sosyal içerikli sorunların önde geldiği görülür. Ülkemizin Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kan davası nedeniyle işlenen suçların çoğunlukta olduğu görülür. Kan gütme suçlarının büyük bir bölümü, yaş küçüklüğünün cezai sorumluluk üzerindeki etkisi dolayısıyla, 18 yaşına gelmemiş silah kullanabilen çocuklara işletilmektedir. Aile üyelerinden birisi öldürüldüğünde erkek çocuk küçük yaştan itibaren aile içinde sürekli telkinlere maruz kalır. Kan davasından dolayı işlene suçlar arasında, toprak ve sınır anlaşmazlıkları şeklinde ekonomik kaynaklı nedenler olduğu gibi, namus ve şeref anlayışı gibi toplumsal nedenlerde büyük ölçüde rol oynar. 2-Cinsel Suçlar : Cinsel suçu, aynı cinse ya da karşı cinse karşı işlenen suçlar oluşturmaktadır. Cinsel suçlar arasında kız kaçırma, ırza geçme, fiililivata gibi suçlar girmektedir. Kız kaçırma, ırza geçme gibi suçları işleyen gençlerin cinsel arzularını tatminden çok, evlenme amacıyla giriştikleri dikkatimizi çekmiştir. Kız kaçırma nedenlerinin başında ekonomik koşullar gelir. Erkeğin yoksul olmasına karşın, kendisinden başlık, hediye istenmesi kadını zorla ya da rızasıyla kaçırmasının başlıca nedenidir. Kız kaçırmalar, ülkemizde genellikle evlenmek niyetiyle olur. Fakat Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kız kaçırmalar düşmanlık niyeti ile de olur. 3-Mala Karşı İşlenen Suçlar: Hırsızlık yapan bir çocuk, yiyecek ya da para çalarken, yalnızca fizyolojik gereksinmelerini gidermek üzere çalmamakta, sevgi ve sevecenlik eksikliğini gidermek için bu yola başvururlar. Ülkemizde mala karşı işlenen suçların temelinde yoksulluk ve buna bağlı olan fizyolojik gereksinme önemli rol oynar. Mala karşı işlenen suçların en önemli özelliklerinden biri, bu suç türünün kalabalık nüfuslu büyük kent merkezlerinde daha fazla işlenmesidir. Yapılan araştırmalara göre mala karşı suç işleyen gençlerin bu suçları gerçekleştirmek üzere İstanbul, İzmir, adana gibi büyük kentlerin pazar yerlerini ve miting alanlarını seçtikleri saptanmıştır. ÜLKEMİZDE DAHA ÇOK HANGİ ALANLARDA SUÇ İŞLENİYOR 1997-1999 yılları arasında çocukların işledikleri suçlar karşılaştırıldığında en çok suç %39,4 887939 oranıyla hırsızlık, bu gruba meskenden, otodan, yankesicilik ve oto hırsızlığı girmekte, daha sonra hırsızlığı %26,8 85968) ile messif fiil izlemektedir. ÜLKEMİZDE SUÇ İŞLEYEN ÇOCUKLARIN YAŞ GRUPLARINA GÖRE DAĞILIMI Görüldüğü gibi en yoğun yaş 15-18 yaş 8554,4) tır. Bunu %19,4 ile 11-14 yaş, %18,5 ile 18 yaş, %1,9 ile 4-10 yaş izlemektedir. Yaşları bilinmeyenler ise %5,8 oranındadır. Ayrıca suçlu çocukların suçu işledikleri sıradaki meslekleri yönünden yapılan bir araştırmaya göre tarım işlerinde çalışanlar ilk sırayı almaktadır. Bunu işsiz çocuklar ve öğrenciler takip etmektedir. Öğrenim yönünden suçlu çocuklara baktığımızda ise ilk sıraları ilkokul mezunları, okuryazar olmayanlar, ilkokulu terk edenler ile fakülte ve yüksekokul öğrencilerinde ise bu sayı çok çok azdır. Bu araştırmadan da eğitim seviyesi düştükçe suç işleme oranının arttığını görmekteyiz. SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ Sokak çocuğu uzun ya da kısa sürelide olsa ailesinden kopuk ve koruma desteğinden yoksun, her türlü tehlike ve sorunlara açık olarak yaşamını sokaklarda sürdüren çocuktur. HANGİ ÇOCUKLAR SOKAK ÇOCUĞU OLABİLİR • Ailesi olmayan çocuklar. • Ailesi olup, ailesi tarafından istismar edilen çocuklar. • Ekonomik sıkıntı çeken ailelerin çocukları. • Ailesinde geçici veya uzun süreli krizler bulunan ailelerin çocukları. • Sosyal problemli ailelerin çocukları. • Alkol, uyuşturucu vb. zararlı alışkanlıkları olan ailelerin çocukları. ÜLKEMİZDE SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ Sokağa düşen çocukların bir bölümü tiner veya uyuşturucu bağımlısı olarak kaybolup gitmekte, suç örgütlerine üye olmakta, ilerleyen yaşlarda mafya tetikçisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kızların bir bölümü ise yaşları ilerledikçe hırsızlık yapan suç örgütlerine ve fuhuş mafyalarına karışarak suç işlemektedirler. Ayrıca sokak çocuklarının tamamına yakını açlık sınırı altında yaşamaktadır. Sokaklarda yaşayabilmek, sokaklardaki tehlikelerden, fiziksel ve cinsel istismardan korunabilmek için hırsızlık, gasp, silahla adam öldürme, yaralama gibi suçlar işlemektedir. KAYNAKÇA Doç.Dr.Hüseyin PEKER, 99 soruda Çocuk ve Suç. Çocuk Vakfı Yayınları,İstanbul 1994 Prof.Dr.Haluk YAVUZER, Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, 8.basım, Eylül 1996, İstanbul. Doç.Dr.Atilla HANCIOĞLU,Yrd.Doç.Dr.İsmet KOÇ,Yrd.Doç.Dr.Meltem DAYIOĞLU, Türkiye’de Çocukların ve Kadınların Durumu ÇHS ve CEDAW Bağlamında Perspektifler. UNICEF TÜRKİYE, Haziran 2000. Sosyal Hizmetler Dergisi, Başbakanlık Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu Yayını,Haziran 1999, Cilt 1, Sayı.9 Ulusal Çocuk Kongresi İl Çocuk Komisyonları Raporu. İstekler....Öneriler.....Eleştiriler, Nisan 2000. Ulusal Çocuk Kongresi İl Komisyonları Raporu Nisan 2000 Samsun Kapalı Ceza ve Tutukevi, Çocuk Tutuklu ve Hükümlü İstatistikleri. Temel Britannica Ansiklopedi. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, Çocuk istismarı ve İhmali Birimi. Suç tanığı ve mağduru çocuklarla görüşme teknikleri ve suç istatistikleri Neylan Ziyalar
7 ERGENLİK DÖNEMİNİN TANIMI VE BU EVREDEKİ GELİŞİM ERGENLİK DÖNEMİNİN TANIMI VE BU EVREDEKİ GELİŞİM Ergenlik, bireyin gelişim süreci içerisinde çocukluk döneminin bitişiyle beraber sözü edilen dönemin başlangıcından fizyolojik olarak erişkinliğe ulaşıncaya kadar geçen bir gelişim dönemidir. Bu dönem, fizyolojik anlamda kızlarda adetle ve göğüslerin büyümesiyle; erkeklerde ise yüzde kılların çıkması ve sesin kalınlaşmasıyla başlayan bir gelişim dönemidir. Öte yandan ergenlik dönemi, bulûğ çağına erme sebebiyle biyopsikolojik bakımdan çocukluğun sona ermesiyle, toplumsal yaşamda sorumluluk alma dönemi olan yetişkinlik döneminin başlangıcı arasında kalan bir gelişim süreci olarak da tanımlanabilir. Bazı kaynaklarda çocukluktan ergenliğe geçiş sürecinin 10-15 yaşları arasını kapsadığı belirtilse de bu rakamların mutlaklık ifade etmediği unutulmamalıdır. Zira ergenliğin başlangıç süresi ırk, iklim ve beslenme şartları gibi değişik faktörlere bağlı olarak da değişebilmektedir. Örneğin; Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde kızlar 8-10 yaşları arasında ergenlik dönemine girerken, bu durum kutuplarda yaşayan Eskimolarda 20’li yaşlara kadar uzayabilmektedir. Konuya Türk toplumu açısından bakıldığında; evli olmak, askerliğini yapmış olmak, ekonomik bağımsızlığını kazanmış olmak, meslek sahibi olmak ve anne-babadan ayrı yaşamak gibi durumlar, başkaları tarafından yetişkinlik belirtileri şeklinde algılanabilmektedir (Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 17 Yıl : 2004/2 (231-256 s.) Öte yandan konuya gelişim psikolojisinde kullanılan kavramlar açısından bakıldığında, “ergenlik” ve “gençlik” kavramları bazı çalışmalarda birbirinin yerine kullanılmaktadır. Halbuki ergenlik, her ne kadar modern endüstriyel toplumlardaki ileri teknoloji ve kontrolsüz nüfus artışları sebebiyle uzatılmış olsa da gelişim evreleri içerisinde özellikle fizyolojik ve psikolojik değişimlerin yaşandığı özel bir evredir. Gençlik ise, ergenliği de kapsayan ve üst yaş sınırının daha geniş olduğu bir dönemdir. Bu açıdan bakıldığında gençlik dönemi, ergenliği içine alan ve kronolojik olarak özelliklerini de bünyesinde taşıyan bir gelişim dönemidir. 1.Erken Ergenlik (12-14 yaş) Erken ergenlik dönemi, hormonal sistemin aktif hale gelmesi ve dalgalanmalar göstermesi ile başlar. Bu değişime paralel olarak fiziksel ve zihinsel değişimler de hızlanır. Özellikle bedendeki hızlı değişim bu dönemin en güncel konusu olur. Hormonlardaki değişim beyni de doğrudan etkiler ve duygu, davranış ve bilişsel işlevlerde belirgin değişimler başlar. Ergen, anne babasıyla daha çok çatışır, otoriteye daha çok karşı gelebilir, sınırlarını test eder. Kimlik ve ait olma konuları gündeme gelmeye başlar. Zaman algısında değişiklikler olur. Kendini daha çok sıkışmış hissedebilir, beklemekte güçlük çekebilir. Ara sıra kendinden beklenmeyen çocuksu davranışlar gösterebilir. Anne babasından daha çok arkadaşları ile zaman geçirmeyi tercih eder. Bu arkadaş grupları içinde, ergenler birbirlerine çok yoğun bir geribildirim sunabilir. Cinsel roller, dini ve felsefi uğraşlar karşılıklı etkileşim içinde zihinsel olarak sınanır. Ergen, ev ortamında da odasında yalnız kalmayı, müzik dinlemeyi daha çok sevmeye başlar. Cinsel fanteziler, düşler ortaya çıkar. Erken ergenlik döneminin son bölümüne doğru cinsel dürtüler çok güçlenebilir. Riskli uğraşlara ilgisi artar. Sigara ve madde kullanımını deneyebilir. Çoğunlukla, öfkeli ve alıngan bir ruh halinde olduğu gözlemlenebilir. Orta Ergenlik (14-17 yaş) Orta ergenlik dönemi, ergenin yaşadığı bu değişime yavaş yavaş alışmaya başladığı bir dönemdir. Gittikçe artan cinsel dürtülerini ve öfkesini kontrol etme yöntemlerini keşfetmeye başlar. Bu dürtüler, kimlik arayışına, kendini ve sınırlarını keşfetmek için çeşitli denemeler yapmasına yardım eder. Bu denemeler sebebi ile, dengesiz davranışlar göstererek hırçınlaşması normaldir. Hemen her konuda fikri her gün değişebilir. Daha bağımsız olmak ister; rol model olarak aldığı kişi ve arkadaşlar ile daha fazla zaman geçirme eğilimindedir. Kendiliğinin oluşmasında, diğer bir deyişle, kendine ait öznel dünya görüşü ve değer yargılarının şekillenmesinde, önceliklerin belirlenmesinde gerekli olan denemeler gencin tutarsız ve dengesiz bir görüntü sergilemesine yol açabilir. Bazen tüm bu konularda anne baba ile zıtlaşma çok yoğun yaşanabilir. Ergen, her şeye karşı ve her şeye muhalif görünebilir. Bu çatışmaların temelinde, bireyselleşme arzusu yatmaktadır. 3. Geç Ergenlik (17-19 yaş) Geç ergenlik dönemi, ergenin hormonların etkisi ile değişen bedenine ve beynine, dolayısıyla da duygusal ve de dürtüsel yoğunluğa alıştığı dönemdir. Bu dönem, büyümenin ve değişmenin yavaşladığı yıllardır. Dürtülerini bekletebilmeyi, ya da sosyal ve kültürel beklentilere uygun yöntemlerle eyleme dönüştürebilmeyi öğrenir. Karşı cins akranlarla cinsel deneyimler başlar. Bilişsel gelişime bağlı olarak soyut kavramlar daha iyi anlaşılır. Dürtüler, duygu ve düşünceler anlamlı bir bütün içinde yer bulabilir. Diğer bir deyişle, kimlik ve görüşler iç tutarlılık kazanmak ile birlikte; yavaş yavaş sabitleşir. Cinsel kimlik, akademik beklentiler, yaşam amacı daha net olarak ifade edilebilir hale gelir. Ergenin kendi sınırlarını keşfetmeye başlaması, neyi iyi yapabildiğini, hangi alanlarda becerikli olamadığını fark etmesi ergenlik döneminin sonunun yaklaştığının habercisidir. Ergenlik Döneminde Fizyolojik ve Cinsel Gelişim Biyolojik anlamda fiziksel ve cinsel gelişim açısından ergenlik, çocukluk döneminin olgunlaşmamış durumundan yetişkinlik döneminin cinsel olgunluğuna bir geçiş dönemidir. Ergenlik dönemde, cinsler arasındaki cinsiyet değişiminden dolayı meydana gelen farklar, başka hiçbir gelişim döneminde bu kadar belirgin değildir. Bu bağlamda cinsel içerikli biyolojik gelişmelerin yanı sıra; kızlarda adet görme, göğüslerin büyümesi ve kalçaların genişlemesi, erkeklerde ise sesin kalınlaşması, bıyık ve sakalların çıkmaya başlaması gibi cinsel içerikli fizyolojik gelişmelerde görülür. Öte yandan dönemi belirlemede yaş faktörü de önemlidir. Kızlar, erkeklere göre genel olarak yaklaşık iki yıl daha önce buluğ çağına girebilir ve erkeklere göre daha kısa sürede cinsel olgunluğa erişebilirler. Öte yandan fiziksel anlamda boy artış hızının en yüksek olduğu yaşlar ise, kızlar için 11-12, erkekler için 13-15 yaşları arasıdır. Ergenlikte bedensel büyümenin en hızlı olduğu bu duruma ‘Büyüme Hızı Doruğu (BHD)’ denilir. Söz konusu dönemde ergen, yetişkinlik döneminde alacağı boyun %80’ine ulaşır.Bu dönemde ergen, içinde yaşadığı kültürün ideal vücut olarak sunduğu modelin etkisi altında kalarak beden imgesi kazanma sürecini yaşar. Bu anlamda, ideal vücut ölçüleri aile, arkadaş grubu ve toplum tarafından belirlenir. Ayrıca, televizyondaki reklamlarda tavsiye edilen vücut ölçüleri ve tanınmış sanatçıların tipleri de ergenin bu ideal beden imgesini etkileyen faktörler arasında değerlendirilebilir. Türkiye’de, ergenlerdeki benlik imgesi ile benlik saygısı arasındaki ilişkiyi konu alan bir alan araştırmasında; ergenlerin, beden memnuniyeti ile benlik saygıları arasında bir ilişki olduğu, buna bağlı olarak beden imgelerine ilişkin geliştirdikleri olumsuz düşüncelerin, benlik saygılarında bir azalmaya neden olduğu tespit edilmiştir.Konuya genel olarak bakıldığında, cinsiyet rolünün belirginleşmesinde ergenin içinde yaşadığı kültür ve toplumun önemli ölçüde belirleyici bir rol oynadığı söylenebilir. (Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 17 Yıl : 2004/2 (231-256 s.) Ergenlik Döneminde Duygusal Gelişim Ergenlerdeki duygusal gelişim ve değişim konusunda dikkati çeken ilk noktanın, duyguların yoğunluğundaki artış ve istikrarsızlık olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda söz konusu duygusal dalgalanmalar; karşı cinse âşık olma, mahcûbiyet ve çekingenlik, aşırı hayâl kurma, tedirginlik ve huzursuzluk, yalnız kalma isteği, çalışmaya karşı isteksizlik ve çabuk heyecanlanma gibi duygulanım durumlardır. Bu anlamda ergenlik çağındaki gençlerle ilgili yapılan alan araştırmalarında, ergenlerin duygusal problemlerinin; bulundukları yaş gruplarına, okula devam edip etmemelerine, ailenin geliştirdiği tutumlarına, ergenlerin sahip oldukları bireysel zekalarına ve çevreleri tarafından kabul edilme derecelerine göre değişiklik gösterdiği tespit edilmiştir. Ergenlik Döneminde Ahlâkî Gelişim Ergenlik dönemine ilişkin geliştirilen ahlâk anlayışları çerçevesinde, söz konusu dönemdeki ahlâkî değerler, olduğu gibi aktarılıp ergenin benliğinin birer parçası haline gelerek gelişirler. Yani bireyin, kişisel bir değer sisteminin varlığının farkına vardığı dönem ergenlik dönemidir. Çünkü, ergen tarafından bu dönemdeki bir çok değişken, ahlâkın seviyeli bir şekilde benimsenip benimsenmeyeceğini veya değer yargılarının, toplumda mevcut olan otoriteye bağlı kalınarak, geleneksel tarzda şekillenip şekillenmeyeceğini belirler. Ergenlik döneminden önce tam anlamıyla olgunlaşmış bir ahlâk yapısından söz etmek mümkün değildir. Zira bilişsel açıdan soyut işlemlere dayanan ahlâkî kabullerin kavranıp benimsenmesi ancak yeterli ve uygun bir bilişsel gelişimle mümkündür. Bu bağlamda ahlâkî olgunluğa yönelme, ergenlik dönemiyle birlikte ancak soyut düşünce gelişimine paralel olarak gelişebilir. Öte yandan ergenlik döneminde ahlâkî gelişim, dinî gelişim ile paralel bir yapılanma seyri gösterir. Bu bağlamda her iki süreç de birbirini hem destekler, hem de olgunlaştırır.Bu dönemde, çevrenin ergenden beklentileri olan doğruyu kendisinin bulmasını istemesi, iç kontrol gücünü ifade eden vicdan gelişimini hızlandırarak dış kontrolün gereğini ortadan kaldırır. Bu açıdan gelişim dönemleri içerisinde bireylerin, ahlâk konularında en hassas oldukları dönem ergenliğin ilk yıllarıdır, denebilir. Öte yandan ergenlere ahlâkî değerlerin direkt teorik olarak baskıcı bir yaklaşımla aşılanmaya çalışılması pedagojik olarak uygun değildir. Bunun yerine onlara, fikirlerinin tutarsızlıklarını ve fikirleri arasındaki tartışmalarını görmelerine imkan tanınarak değerlerin aktarılması, ergende ahlâkî değerlere ilişkin temel bilişsel sürecin yeniden yapılanmasına imkan sağlaması bakımından önem arz eder. Ergenlik döneminde ahlâk gelişimi ile kişilik gelişimi arasında önemli bir ilişki vardır. Bu bağlamda kendini doğru değerlendirebilmesi, dengeli ve sürekli bir öz/benlik kavramına sahip olabilmesi ve kendini kabul edebilmesi gibi önemli bazı faktörler ergenin, uyumlu bir kişilik geliştirebilmesinde ayrı bir önem arz eder. Bunun yanı sıra ergen, ahlâk kurallarını, cezadan korktuğu için değil, zarurî anlamda uyulması gerekli kurallar olarak gördüğü için uygulamaya çalışır. Bu durum ergende, alışkanlığa dayanan dış disiplinin tersine bir iç disiplin eğilimi meydana getirir.Ergenler, haksızlık yapan ve eşit davranmayan kimselere karşı sert tepki verirler. Ancak ergenliğin ilk yıllarında görülen bu reaksiyonun dozajı, dönemin sonlarına doğru kısmen azalır. Bu ve benzeri davranışları gösteren ahlâkî gelişim içerisindeki ergenler göz önüne alındığında ergenleri genel olarak; uyumlu, kendi kendini yönetebilen, itaatkâr, uyumsuz ve inatçı ergenler gibi bazı ahlâkî tiplere göre sınıflandırmak mümkündür. Ergenlik Döneminde Sosyal Gelişim Ergenlikte önemli bir diğer gelişim boyutu ise sosyal gelişmedir. Bilindiği gibi bireyin sosyalleşmesi ilk olarak ailede başlar. Bu bağlamda ergenin sosyalleşme süreci aslında çocukluk döneminde başlamış ve ergenlik döneminde ise bu süreç ailesinin dışına taşarak okul çevresi ve dolayısıyla arkadaş grupları ekseninde hızla devam etmektedir. Ergenlik Döneminde Beyin Gelişimi Beyin hem donanım hem de yazılımın kendisidir.Ergenlerin beyinleri yetişkinlerinkinden farklıdır; gelişmeye devam eder ve olgunlaşma 22-24 yaşına kadar sürer. Beyindeki en büyük hacimsel değişim öz-kontrol, karar verme, duygular ve organizasyondan sorumlu alanlarda gerçekleşir. Bu durum ergenlik döneminde bu alanlarda görülen zayıflıkları açıklanabilir kılmaktadır. Ergenlik döneminde ikinci büyük beyin gelişimi evresi yaşanır (ilki insan yaşamının ilk 18 ayında gerçekleşir). Bu evrede beyindeki kullanılmayan nöronlar yok olurken, kullanılanlar daha güçlü hale gelir. Bu sürece budama adı verilir ve böylece beyin daha etkili bir hale gelir. Düşüncelerini organize etmeye çalışan, soyut kavramları anlamaya çalışan ve nöral temellerin altında yatan uyarımları kontrol etmeye çalışan ergenler, bu süreçteki gelişimi bilinçli olarak kontrol edebilmektedir.Ergenlik döneminde bilinçli karar verme ve sağlıklı yaşam stilini alışkanlık haline getirme yaşamın geri kalanını da etkileyecektir. Araştırmalar, yetişkinlere kıyasla ergenlerin alkol kullanımından ve öğrenmeden daha fazla etkilendiğini göstermiştir. Sürekli alkol kullanımının uzun süreli olumsuz etkilere neden olduğu, beyin gelişimini olumsuz etkilediği saptanmıştır
8 VİZE
9 ERGENLİK DÖNEMİNDE TOPLUMSALLAŞMA SOSYALLEŞME SÜRECİ VE ERGEN Sosyalleşme, bir sosyal olgu olarak bireyin doğuştan itibaren toplumun üyeliğini kazanmasında belli aşamalardan geçerek kendinden beklenen uygun rol ve ilgili normlardan haberdar olmasıdır (Aksüt ve Batur 2007). Başka bir ifadeyle, sosyalleşme, bir öğrenme süreci olarak yaşadığı toplumun istediği şekilde bir toplum üyesi haline gelmesi için toplumun sosyo-kültürel değerlerini çocuğa aktarma sürecidir (Steinberg 2013). Bir birey aile, okul, akraba ve arkadaş çevresiyle içinde yaşadığı toplumun örf, adet ve geleneklerini öğrenmekte, o toplumun norm ve değerlerine uygun davranışlar sergilemeye çalışmaktadır (Kulaksızoğlu 2014). Çocuğun eğitiminde aile, okul, toplumsal çevre çok önemli ve etkili araçlardır. Bu araçların bir ya da birkaçının eksikliği, çocuğun zayıf bir kişilik geliştirmesine neden olabilir. Eğitim açısından aile, okul, toplumsal çevre birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahip yapılardır (Steinberg 2013). Aynı zamanda sosyalleşme süreci içerisinde kitle iletişim araçlarının da etkisi görmezden gelinmemelidir. Bu iletişim araçları özellikle televizyon, çocuğa çok farklı kaynaklardan iletiler sunmakta ve çocuğun toplumsal kimliğini biçimlendirmesinde etkili bir rol oynamaktadır (Öztürk 2007; Yavuzer 2013). Ergen, sosyalleşmesini henüz tamamlamamış bir bireydir. Ergen, çocuk değildir ama henüz olgun ya da yetişkin bir birey de değildir. Bu bakımdan ergen çocukluk ve olgunluk arasında geçiş yaşamakta olan kişi olarak kabul edilir. Ergenlik dönemindeki ergenler bir taraftan kendilerini yetişkin sayarak tutum ve davranışlarını çevrelerindeki büyüklere göre ayarlarken diğer taraftan çocukluklarına devam ederler (Öztürk 2007). Ergen, bu dönemde hızlı bir sosyalleşme süreci içerisindedir. Her ne kadar sosyalleşme ömür boyu süren bir süreç olsa da bireyin çocukluktan gençliğe geçiş aşamasında sosyalleşme araçlarıyla birlikte devamlı olarak bedensel ve zihinsel olarak duygu, düşünce, davranış ve tutum biçimlerinde de bir değişim görülmektedir (Brown 2004;Steinberg 2013). Hangi toplumda olursa olsun bu çağın temel özellikleri duygusal coşku ve taşkınlık, çabuk kurulan ve bozulan ilişkiler, kolay etkilenme, toplum içinde sivrilme, ilgi çekme, rol sahibi olma çabası şeklindedir (Yavuzer 2013). Ergen, toplumda saygınlık kazanmaya ve statü sahibi olmaya gereksinim duyar. Toplumsal uyum, geniş ölçüde bu gereksinimin karşılanmasına bağlıdır. Bu uyum ergenlik dönemindeki deneyimlerle kazanılmaktadır. Bu dönemde ergen hemcinslerinden oluşturduğu grup içinde faaliyetlerini düzenlemeye çalışmaktadır. Çevresinde, sürekli ‘’onun gibi olmak’’ istediği kişileri arar. Böylece özdeşleşme yaparak kişiliğine biçim verirken, yetiştiği çevrenin ekonomik ve sosyo-kültürel koşullarının etkisi altında, sorumluluk ve bağımsızlık arasında denge kurmak ister (Ocakçı 2015;Yavuzer 2013). Örneğin ilkel toplumlarda çocukluktan ergenliğe geçiş “kabul töreni” adı verilen törenlerle olur. Ergen artık erişkin olarak kabul edilir. Topluma girişi, üyeliği kabul edilişi simgeleyen bu törenlerde, ergen havaya fırlatılır, yere düştüğü zaman dövülür daha sonra sünnet edilir ve uyması gereken kurallar açıklanır. Törenler süresince acı ve işkenceye dayanıklılık erişkinlik belirtisi olarak sayılır (Ocakçı 2015;Yavuzer 2013). Sosyalleşme süreci içerisinde olan ergenler her ne kadar geleneksel değerlere bağlı olsalar da modernleşmenin etkisiyle sahip oldukları bir takım kültürel öğelerde değişiklikler gözlenmektedir. Örneğin ergen, sosyalleşmenin bir aracı olan kitle iletişim araçları aracılığı ile yurt dışında olup bitenleri, günlük hayatını ilgilendiren durumları rahatlıkla takip edebilmektedir (Avcı 2006; Öztürk 2007). Sosyalleşme, ergenin duygu, düşünce, tutum, davranış, eylem, amaç ve beklentileri ergenin temel kişilik yapısına, ergenlik dönemine özgü psiko-sosyal özelliklerine, ergenin yaşadığı çevrenin sosyal, kültürel, ekonomik özelliklerine bağlıdır. Aile, okul, toplumsal gruplar ve kitle iletişim araçları bu kavramı etkileyen önemli etmenlerdendir. SOSYALLEŞME SÜRECİNİ ETKİLEYEN ETMENLER Aile Aile anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumsal bir kurumdur. Aile üyeleriyle birlikte sosyo-kültürel görevlerini ve biyolojik işlevlerini yerine getiren, bu şekilde neslin devamını sağlayan sosyal bir kurumdur (Yavuzer 2005; Yavuzer 2010). Diğer bir deyişle aile yapı ve işlevleri zamanla değişmekle birlikte, insan neslinin devamını sağlayan, sosyalleşme sürecinin ilk ortaya çıktığı, üyelerinin duygusal olarak doyuma ulaştıkları, toplumun maddi ve manevi zenginliklerinin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, biyolojik, psikolojik, ekonomik ve hukuksal işlevleri bulunan toplumsal kurumlardan biridir (Collins ve Laursen 2004; Steinberg 2013). Ergenin sosyalleşmesi ilk olarak ailede başlar ve ergen toplumsal rollerini bu kurum içinde öğrenir. Aile ergenin eğitimini sağlayarak onu geleceğe hazırlar ve ona yaşadığı toplumun kültürünü aktarır (Razon 2003;Yavuzer 2010). Aile, bireyin topluma uyum sağlamasında önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedir. Toplumda hâkim olan “doğru” ve “yanlış”, “iyi” ve “kötü” değer yargıları aile süzgecinden geçerek bireyin bilincine yerleşmektedir (Collins ve Laursen 2004; Steinberg 2013). Ailelerin sosyal, ekonomik ve kültürel durumları, çocuğun sosyalleşmesini etkilemektedir. Kültürel bakımdan zengin bir aile ile sadece günlük olay ve ihtiyaçları ifade edecek kadar bir kelime hazinesiyle konuşan bir ailede yaşayan çocuğun sosyalleşme süreci aynı olmamaktadır (Yavuzer 2005; Yavuzer 2013). Farklı sosyal statü veya eğitim seviyesindeki ailelerde dünyaya gelen çocukların zihinsel gelişme düzeyleri birbirinden farklılık gösterir. Bazı ailelerde çocuk bir birey olarak dikkate alınmaz, soruları çoğu defa cevapsız bırakılır, duygu ve isteklerine önem verilmez. Bir diğerinde ise çocuğun istekleri, arzuları ve merakları dikkate alınır ve çocuğa her konuda gereken açıklama yapılır. Bu iki tip ailede yetişen çocukların sosyalleşmeleri de benzer olmayacaktır (Pembecioğlu2006). Aslan ve Cansever (2007)’ in Hollanda’da 50 öğrenci 50 veli, Türkiye’de 82 öğrenci ve 82 veli ile yaptıkları çalışmada çocuğun okuldaki sosyal etkinliklere katılımında ebeveyn ile etkileşimin etkinliklere katılımı destekleyici yönde olduğu; ancak, Türk ailelerinin bu konuyu daha çok okulun sorumluluğuna bıraktığı, Hollandalı ailelerin ise bunu öncelikli sorumlulukları olarak düşündükleri, aile içi boş zaman değerlendirme etkinliklerine yönlendirdikleri ve okulda destekledikleri belirlenmiştir. Çocuğun sosyalleşme sürecinde aile türü de oldukça önemlidir. Anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile ile anne ve babası boşanmış ya da anne veya babası vefat etmiş parçalanmış bir ailede yetişen çocukların sosyalleşmesi aynı değildir. Her anne ve babanın amacı mutlu, başarılı ve sağlıklı çocuklar yetiştirmektir. Çekirdek aile tipinde çocuk, anne ve babası yanında sosyalleşirken, parçalanmış aile tipinde çocuk annesi veya babasıyla ya da akrabalarının yanında sosyalleşmektedir (Yavuzer 2005; Yavuzer 2013). Okul Okul bütün toplumlarda ailenin yanında sosyalleşmeyi sağlayan unsurlar arasında, çocuğun psiko-sosyal gelişimindeki beklentilerine cevap veren eğitim kurumudur. Aynı zamanda resmi bir öğrenme kurumu olan okulun amacı, çocukların bilgi ve kültürlerini arttırmak, onları sosyal sistemin sürekliliğini sağlayan bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır (Öztürk 2007). Okulun fonksiyonlarında zamanla büyük değişiklikler meydana gelmekle birlikte çocuğun hayata hazırlanmasında ve sosyalleşmesindeki rolü önemini korumaktadır. Örneğin, okul çağında olan çocuklar arkadaş grupları ile birlikte zorlukların üstesinden nasıl gelinebileceğini, okul içi ve okul dışı hareketlerini, karşı cinse yaklaşmanın yollarını öğrenmeye çalışırlar. Geçmişte okul sadece öğretmenler aracılığıyla bilgi veren bir eğitim kurumu iken günümüzde, modern teknoloji okul ve öğretmenin rolünü ve önemini daha da arttırmıştır. Öğretmen, artık sadece bilgi aktaran bir kişi olmaktan çıkmış, öğrencilerine modern teknoloji ve yayın araçlarının türlerini tanıtan, öğrenimin stratejisini gösteren tıpkı anne ve babası gibi çocuğun psikolojik ve toplumsal görünümüyle ilgilenen ve çocuğun sosyalleşme sürecine katkıda bulunan kişidir (Kulaksızoğlu 2014; Steinberg 2013; Yavuzer 2005; Yavuzer 2013). Okul boş zamanlarının değerlendirilmesi açısından çocuğa çok büyük katkılar sağlamaktadır. Okula giden çocuk, okulda hem boş zamanının bir bölümünü değerlendirmekte hem de okuldan aldığı eğitimle içinde yaşadığı toplumun kültürünü ve değer yargılarını öğrenerek bir eğitim öğretim süzgecinden geçmeye çalışmaktadır (Kulaksızoğlu 2014; Yavuzer 2005; Yavuzer 2013). Toplumsal Gruplar Toplumsal grup aralarında karşılıklı iletişim ve etkileşim bulunan, ortak duygu ve değerleri paylaşan, birbirlerinin varlığından haberdar olan ve kendilerini aynı gruba mensubiyet duygusuyla bağlı hisseden insan topluluğu anlamına gelir. Toplumsal grupları sosyal sistemin küçültülmüş bir örneği olarak ele almak ve sosyal sistemin bir alt sistemi olarak değerlendirmek mümkündür (Okumuş 2014). Bu bakımdan toplumsal grupları insanların ortak amaçlarını gerçekleştirmek için, aralarında belli bir işbirliği kurarak, karşılıklı ilişkiler sonucu oluşturdukları organizasyonlar şeklinde tanımlamak da mümkündür (Avcı 2006; Mckay et al. 2010; Okumuş 2014). Özellikle çocukların sosyalleşmesinde oyun ve akran gruplarının etkisi oldukça büyüktür. Belirli bir yaştan itibaren çocuklar, kendi dünyalarına ait bir takım problemleri konuşmak ve paylaşmak için ailesinden çok akran gruplarına ihtiyaç duyarlar (Avcı 2006; Okumuş 2014; Steinberg 2013). Çevik ve Atıcı (2008) ’nın Adana’da 532 lise son sınıf öğrencisiyle yaptığı çalışmada ailelerin ergenin arkadaşlık ilişkilerine müdahale etme sıklığının %43, müdahale eden aile bireyinin en çok anne olduğu, bunu sırasıyla baba, bütün aile ve kardeş seçeneğinin izlediği belirlenmiştir. Aynı zamanda kızlarda arkadaşlık ilişkilerine müdahale eden aile bireyinin anne, erkeklerde ise baba olduğu saptanmıştır. Benzer bir çalışmada Gündoğdu (2003) anne-baba ve öğretmenlerin çocukların arkadaş seçimine müdahale ettiklerini bildirmiştir. Aileler çocuklarının arkadaşlarını aileden, akrabadan, mahalle ve komşularından seçmelerini istemektedirler. Bu nedenle aileler ergenlerin arkadaş grupları ile vakit geçirmelerine izin vermeli ve ancak ergenin arkadaş grubunu da yakından tanımalıdır. Kitle İletişim Araçları Latincesi “common” ve “communicate” kelimelerinden türeyen; “communication” terimi, günümüzde “bilgi ve düşüncelerin yazılı ya da sözlü olarak aktarılması, yayılması” anlamında kullanılmakta, Türkçe’de “haberleşme” ve “iletişim” sözcüklerine karşılık gelmektedir (Mckay et al. 2010). İletişim en az iki kişi arasındaki bir eylem olarak tanımlanmanın yanı sıra belirli bir kaynakta kodlanan mesajların belli yer ve zamanda, kitle iletişim araçları aracılığı ile bir amaç doğrultusunda kitlelere ulaşması eylemidir (Mckay et al. 2010; Korkut 2000). Kitle iletişimi ise bilinmeyen sayıdaki bireylere ulaşmaktır. Ayrıca kitle iletişimi halk için üretilen ve onun hızlı bir şekilde tükettiği, halka ait kamusal, hızlı ve geçici bir iletişimdir (Pembecioğlu 2006). Günümüzde televizyon, radyo, internet ve cep telefonu gibi çeşitli kitle iletişim alanındaki teknolojik gelişmeler bireylerin hayatına kolaylıkla girmekte ve insanlar için vazgeçilmez unsurlar olarak görülmektedir. Kitle iletişim araçları haber verme, bilgilendirme, eğitme, eğlendirme gibi çok değişik işlevler üstlenen (radyo, televizyon, gazete, dergi, vb.) araçların geneline verilen isimdir. Bunlar basılı, görsel ya da işitsel yayın araçları şeklinde olabilir. Sosyalleşmenin önemli bir aracı olan kitle iletişim araçları, insanları yönlendirme gibi toplumsal bir güce sahiptir (Mckay et al. 2010; Pembecioğlu 2006). Günümüz koşullarında bu araçlar, artık sadece eğitim aracı değil aynı zamanda bireyleri yönlendirme araçları olarak da kullanılmaktadır (Pembecioğlu 2006;Yavuzer 2005; Yavuzer 2013). Bu anlamda medya, toplumdaki sosyal olayların habercisi konumundadır. Aile ve okul gibi sosyalleştirme araçlarının etkisinin azaldığı yerde medya devreye girmektedir. Bu nedenle medyanın işlevlerini yerine getirirken, toplumu ve özellikle çocukları olumsuz davranışlara yönlendirecek programlardan sakınması gerekir. Gazeteler ve dergilerde çıkan haberler, çocuğun zihninde takılıp kal-makta ve onun zihinsel gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Baba, anne ve kardeş katilleri, hırsızlık, çetecilik, tecavüz ve adam yaralama olayları günlük gazetelerin içinde yer almaktadır (Korkut 2000). Bu tür haberler ergeni şiddete yönlendirebilmekte ve ergenin kişisel gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu bakımdan çocuklara hangi tür gazetelerin okutulmasının yararlı olacağı konusunda anne ve babaya önemli görevler düşmektedir (Siyez 2011). Anne-babaya düşen görevler sadece basılı yayınla sınırlı kalmamaktadır. Günümüz koşulları değerlendirildiğinde televizyon, bilgisayarlar, telefonlar, internet hayatımızın ve ergenlerin hayatının büyük bölümünde yer almaktadır. Kitle iletişim araçlarından biri olan televizyon çocuklar tarafından tercih edilmesinden dolayı önemli bir sosyalleştirme aracıdır. Televizyon seyretmenin bir aile aktivitesi olduğu göz önünde tutulursa, çocukları zararlı olabilecek yayınlardan korumak da ailenin temel görevidir. Haber programları da dahil olmak üzere televizyon yayınlarının çoğunluğu zararlı unsurlar içermektedir. Bundan dolayı bir program izlerken çocuklarla beraber aynı odada bulunan aile büyükleri onlara neyin doğru neyin yanlış olduğu hakkında bilgi vererek, televizyonun olumsuz etkilerini ortadan kaldırabilirler. Böylece çocuklar, zararlı olabilecek programları tek başına izle-diklerinde onları nasıl yorumlayacaklarını öğrenmiş olurlar (Funk 2003; Korkut 2000; Pembecioğlu 2006). Televizyonun yanı sıra en önemli kitle iletişim araçlarından birisi de bilgisayar, teknoloji ve internet yararlarının yanı sıra ergeni olumsuz da etkileyebilmektedir (Funk 2003; Pembecioğlu 2006; Yavuzer 2005; Yavuzer 2013). İnternet aracılığıyla bir taraftan insanlar arasındaki mesafe ve ayrılık daha katlanılır hale gelmiş, yeni arkadaşlık biçimlerinin gelişmesi sağlanmış, diğer taraftan da evlerin içine internetin girmesiyle birlikte, insanlar aile ve arkadaş çevresiyle daha az zaman geçirmeye ve birbirleriyle iletişim kuramamaya başlamıştır (Karagülle ve Çaycı 2014). Aynı zamanda dünyanın ya da ülkemizin farklı noktalarında insanlarla iletişim kurma imkanına sahip olmakta ve tanımadıkları insanlar tarafından istismar edilebilmektedirler. Güllü ve ark. (2012) 12-18 yaş arasında bulunan 10.800 gençle yaptığı araştırmada %92’sinin evinde internet erişiminin olduğu, bu ergenlerin çoğunluğunun zamanının büyük bir kısmını sanal sohbet ortamında tanıştığı kişilerle mesajlaşarak, sitelerde dolaşarak, oyun oynayarak geçirdiğini, yalnızca %1’inin araştırma yapmak ve ders çalışmak için interneti kullandığını, yaygın internet kullanan ve bilgisayar oyunları ile zamanını geçiren ergenlerin sosyal gelişimlerinin önemli ölçüde gerilediğini ve öz güvenlerinin düşük, sosyal kaygı düzeylerinin ve saldırganlık davranışlarının yüksek olduğu belirlenmiştir. Yaman ve Peker (2012) arkadaş ortamı, intikam alma, arkadaşları arasında saygınlık kazanma ve gerçek hayatta yapamadığı saldırgan davranışları sanal ortamda gerçekleştirmesinin ergenlerde siber zorbalığa yol açtığını belirlemiştir.. Cep telefonları da günümüzde hemen her yaşta kişinin sahip olduğu iletişim araçlarındandır. Bu iletişim araçları ile artık kişilere ulaşmak çok daha kolay hale gelmiştir. Telefonla sadece konuşulmamakta her türlü işlem de yapılabilmektedir. Ayrıca cep telefonları artık ekonomik yönden iyi olan kişilerin ve yetişkinlerin sahip olduğu bir araç olmaktan çıkmış, gençlerin hatta çocukların kullandığı bir iletişim aracı haline gelmiştir. Aynı evin içinde dahi bireyler sözlü iletişim kurmak yerine birbirleriyle mesajla iletişim kurabilmektedirler (Ergin 2000; Karagülle ve Çaycı 2014). İnsanın yaşam döngüsünün bir kısmını oluşturan ergenlik dönemi, kimi ergen için fazla sorun oluşturmazken, kimilerinde ise baş edilmesi gereken sorunların olduğu bir dönem olarak kendini göstermektedir. Bu çerçevede aile yapısı, anne-baba-çocuk ilişkileri, arkadaş, okul çevresi, televizyon ve internet gibi etkenlerden biri ya da birkaçı ergenlerin sosyalleşmesini farklı şekillerde etkilemektedir. Topluma, toplumsal kültür ve değerlere, yeni kimliğine uyum sağlamaya çalışan ergenin yetiştirilmesi dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bireysel olgunlaşma süreci devam eden ve özel ilgi isteyen bu grup, sosyalleşme sürecinde dünyaya ayak uydurması ve toplumda saygınlık kazanması açısından rehberliğe gereksinim duyar. Ergenin sosyalleşmesi açısından ailenin, okulun, toplumsal çevrenin ve kitle iletişim araçlarının önemli etkileyici faktörler olduğunu bilmeli ve bu sürecin olumlu bir şekilde tamamlanması için hem ergene hem de ailesine yol gösterilmelidir. KAYNAKÇA Avcı M. Ergenlikte toplumsal uyum sorunları.Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2006;7(1) Aksüt M, Batur Z (2007) İnternet perspektifinde ergenlerin sosyalleşme ve iletişim kurma süreci. Akademik Bilişim Konferans Bildirisi, Kütahya, Yenidoğan Cilt ve Kırtasiye Mal. Tic. Ltd. Şti., s.39-43. Arıkan D, Çelebioğlu A, Güdücü Tüfekçi F (2013) Çocukluk Dönemlerinde Büyüme ve Gelişme: Pediatri Hemşireliği. Z Conk, Z Başbakkal, H Bal Yılmaz, B Bolışık (Ed), Akademisyen Tıp Kitabevi, Ankara,s.53-101. Aslan N, Arslan Cansever B. Okuldaki sosyal etkinliklere katılımda ebeveyn çocuk etkileşimi (kültürlerarası bir karşılaştırma), Ege Eğitim Dergisi 2007; (8)1: 113-130. Balcı Ş, Gülnar B. Üniversite öğrencileri arasında internet bağımlılığı ve internet bağımlılarının profili. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi 2009;(6)1: 5-22. Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB (2000) Growthand Development: Nelson’s Textbook of Pediatrics:Part II,16 th ed, WB Saunders, Phila Delphia, p.52-57. Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB (2001) Children With Special Health Needs: Nelson’s Textbook of Pediatrics: Pocket Companion to Accompany. WB Saunders Brown BB (2013) Adolescents, Organized Activities, and Peers: Knowledge Gained and Knowledge Needed: Organized Out-of-School Activities: Settings for Peer Relationships. JA Şahin Ş, Özçelik, Ç, Ç. Ergenlik dönemi ve Sosyalleşme. Cumhuriyet Hemşirelik Dergisi 2016
10 ERGEN, AİLE VE YAKIN ÇEVRE İLİŞKİLERİ ERGENLERDE AİLE VE YAKIN ÇEVRE İLİŞKİLERİ İnsan hayatındaki en hızlı büyüme ve gelişim dönemleri doğum öncesi, doğumdan sonraki ilk yıllar ve ergenlik dönemidir. Bir anda hızlanan ve oransız olarak ortaya çıkan büyümeye ergenin uyum sağlaması zor olabilir. Bu dönemde sakarlıklara sık rastlanabilir. Ayrıca hızla değişen fiziksel görünüm benlik algısını da etkileyebilir. Ergenlik dönemi hem fiziksel görünüş ve beden imajının çok önem kazandığı hem de hormonlardaki değişimler nedeniyle çeşitli sıkıntıların (sivilceler, kilo almak- alamamak gibi) yaşandığı bir süreçtir. Bu dönemde ergen çevresi tarafından beğenilmek, ilgi görmek ister ama bir taraftan da kendini oldukça "çirkin", "yetersiz" algılayabilir. Özellikle yaşıtlarına göre daha erken ve daha geç olgunlaşan ergenler bu dönemde sorun yaşayabilirler. Fiziksel değişimler ergenliğin en belirgin özelliğidir ama ergenlik döneminde sadece hormonlar değişmez, duygular ve düşünceler de değişim halindedirler. Bir ergen için vücudundaki değişimleri anlamak ve uyum sağlamak zaten yeterince zorken buna bir de kimlik gelişimi ile ilgili kaygıları eklenir. Anne-baba güvencesi altında geçen çocukluk dönemi sona ermektedir. Ergen bir taraftan bağımsızlaşmayı, birey olmayı kendine yetmeyi sabırsızlıkla isterken bir taraftan da sınırlarını bilmediği bu yeni dünyayı keşfetmekten, yalnız kalmaktan, başkaları tarafından anlaşılamamaktan dolayı tedirginlik yaşayabilir. Özellikle ergenliğin ilk yılları çatışmanın kaçınılmaz olduğu yıllardır. Kişisel farklılıklar olmakla birlikte bu dönem fiziksel değişimin en hızlı olduğu dönemdir. Hormonlardaki değişimler hem biyolojik büyümeyi hem de duygusal tepkileri yoğun olarak etkilemektedir. Bu dönemde ergenler duygularını kontrol (öfke patlamaları gibi) etmekte zorlanabilirler, duygu durumlarında ani değişimler (bir an oldukça keyifli iken bir süre sonra odasına kapanabilir) görülebilir, eleştiriye karşı oldukça duyarlı olabilirler ve oldukça hassas ve kırılgan bir benlik algıları vardır. Ergenlik döneminin en zorlu tarafı belki de fiziksel olarak yetişkin bir bireyin özelliklerine sahip görünürken duygusal ve bilişsel olarak gelişimin bu kadar hızlı olmamasıdır. Ergenlik dönemi ile birlikte düşünme ve problem çözme becerilerinin de gelişmesi beklenir. Çocukluk döneminde düşünce sistemi somut olanla ilgilenir. Örneğin nesneleri gruplarken çocuklar ilk olarak renklerine ya da şekillerine göre gruplamayı tercih ederler, ama ergenlik dönemi ile birlikte soyut düşünme becerisinin gelişmesi ile olayların farklı yönlerini de değerlendirmeye başlarlar; ama bu beceri tabi ki bir anda kazanılmaz, özellikle ergenliğin ilk yıllarında çocukluk dönemine ait düşünme mekanizmaları hala kullanılmaktadır. Bu nedenle anne-babanın aklı karışabilir. Karşılarında kocaman bir delikanlı durmaktadır ama davranışları ve tepkileri çocukçadır. Ergenlik dönemindeki değişim alanlarından bir diğeri ise sosyalleşme sürecidir. Ergenlik döneminde bir gruba ait olma, beğenilme, ilgi görme ihtiyacı oldukça fazladır. Arkadaşlar ile olan paylaşımın kalitesi ve içeriği çocukluk dönemine göre farklılaşmaya başlar. Ortak ilgi alanları, değerler, duygusal paylaşım önem kazanır. Arkadaş ilişkileri ergenin hayatında birçok farklı rol oynar. Her şeyden önce ergenler arkadaş grupları sayesinde yetişkin hayatı için gerekli olan sosyal becerileri öğrenme ve geliştirme fırsatı yakalarlar. Bu sosyal becerilerin içinde çatışma ile baş etmek, problem çözmek, empati kurmak, yardımlaşmak ve destek olmak sayılabilir. Ergenler arkadaş grupları sayesinde bireyselleşme ve kişiliklerini geliştirme şansı bulurlar. Arkadaş grubundaki tepkilere göre davranışlarının sonucunu anlamaya, dış çevre tarafından nasıl algılandıklarını fark etmeye başlarlar. Bu geri bildirimler tabi ki anne-baba tarafından da verilir. Ama ergen zaten anne-babadan bağımsızlaşma yetisini kazanmaya çalıştığından ebeveynlerden gelen geri bildirimleri kabul etmekte zorlanır. Arkadaşlar anne-baba ya da diğer yetişkinler ile yaşanılan çatışmalarda destek alınan önemli bir güçtür. Ancak bireyselleşme yolunda anne-babadan ayrılırken ergen arkadaş grubunun baskısı ya da etkisi altında kalabilir. Kişilik gelişimde önemli olan nokta ergenin bireysel özelliklerinin farkına varması ve sağlıklı olarak grup etkisinden kurtulması ile gerçekleşir. Arkadaş grubunun bir parçası olmak ile arkadaş grubunun etkisi altında kalmak farklı şeylerdir ve bir ergenin birey olma yolunda başarması gereken en zorlu süreçtir. Ergen bu kadar çok değişimden geçerken aslında ergen anne-babası da değişimden geçer, geçmek zorunda kalır. Çatışma hayatın her alanında olan ve olması da gereken aslında sağlık bir süreçtir. Burada önemli olan bireylerin çatışmalar ile nasıl baş ettikleridir. Ergenlik döneminde hızlı büyüme ve değişim ergenin duygularını, davranışlarını kontrol etmesini zorlaştırabilir. Çocukluk ve yetişkinlik arasında kalmışlık hem anne-babanın hem de ergenin tepkilerini, sorunlar ile baş etme becerilerini farklılaştırır. Anne-baba bir taraftan büyüyen çocuklarının daha olgun, daha sorumluluk sahibi davranmasını beklerken, bir taraftan da eskiden olduğu gibi, alıştıkları gibi çocuklarının sözlerinden çıkmamasını isterler. Ergen ise bir yandan daha çok özgürlük ve bağımsızlık isterken bir yandan da davranışlarının sorumluluğunu almayı erteleyebilir. Anne-baba ve ergen arasındaki çatışmalar temelde bu ikilemlerden kaynaklanır. Otoriteye karşı gelme, söz dinlememe, eleştirilmeye karşı hassalık, beğenmeme ve eleştirme ergenlik döneminin tipik tepkileri gibidir. Ergen bu yollar ile anne-babasından farklı bir birey olduğunu kanıtlamaya, kendi yeterliliğini göstermeye çalışır. Bir yandan da yalnız kalmaktan, hata yapmaktan korkar, anne-babanın ona rehberlik etmesine içten içe ihtiyaç duyar. Anne-baba ise bir anda duygu durumu değişen, kendilerini eleştiren, sorumluluklar konusunda umursamaz davranan ve en önemlisi otoritelerini ve kurallarını sorgulayan çocukları ile baş etmekte zorlanabilirler. Çünkü bu durum öncekilerden farklıdır, alışılagelmiş anne-baba-çocuk senaryosu atık geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır. Eğer anne-baba çocukluk döneminde kullandıkları yöntemleri kullanmaya devam ederlerse ergen ile aile arasındaki çatışma artabilir. Çünkü ergenin tam da kurtulmak istediği, kanıtlamak istediği şey artık çocuk olmadığıdır. Ergen yeni taleplerde bulunmaya başlar, artık daha çok arkadaşları ile zaman geçirmek, istediği yere gitmek, istediği zaman dönmek, istediği gibi giyinmek, istediği müziği dinlemek için taleplerde bulunur. Anne-baba bu talepler karşısında nasıl tepki vereceğini şaşırabilir. Kimi sınırları gevşeterek ergenin istediklerini yapmasının en iyi yol olduğunu düşünür, böylece çatışma azalacaktır; kimi anne babalar ise isteklerin karşısına katı kuralları koyarlar, ergenin hayatını kontrol altına alarak ona zarar gelmesine engel olmaya çalışırlar. Aslında bu iki senaryonun ortasında yer almak, hem ergeni hak ve sorumluluklar konusunda sınırlar koyarak desteklemek, hem de kişiliğini geliştirmesi, kendini ifade etmesi için ona fırsatlar vermek en ideal çözümdür. Ergen ile ailesinin temel çatışma konusu hak ve sorumluluklar alanında yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra arkadaş ilişkileri okul başarısı, öfke patlamaları, hak ve sorumluluklar etrafında şekillenen diğer çatışma alanları olabilmektedir. Arkadaş ilişkilerinin ergen için anlamı ve önemi büyüktür. Anne-babalar ise kimi zaman çocuklarının kendilerinden uzaklaşıyor olmasına üzülerek kimi zamanda arkadaşların olumsuz etkileri olabileceğinden endişelenerek ergenin arkadaş ilişkilerini kontrol altına almaya çalışabilir. Ergenin arkadaşlarını tanımak iyi bir fikirdir, ama onaylanmayan arkadaşlara yasak koymak genelde tam tersi sonuçlar ortaya çıkabilir. Anne-babasındansa arkadaşlarının fikirlerine daha çok önem veren ergen anne-baba katı yasaklar koyduğunda arkadaş grubunun daha fazla etkisi altında kalabilir. Ergenler anne-babalarının onlara güvenmesini isterler. Bu nedenle anne-baba olarak ergenin davranışlarını eleştirmek yerine güven ilişkisi kurmak, olumlu tarafları desteklemek, çatışma alanlarını azaltabilir. Ergenler haklara sahip olmak isterler ama özgür olmak hayatta her istediğini yapmak değildir. Özgürlükler sorumluluk ile desteklendiğinde anlam kazanır. Her ne kadar ergenler kurallardan nefret eder görünseler de aslında kurallar güven verir. Bu nedenle anne-babanın kural koymadığı, ergeni sınırlamadığı durumlarda psikolojik ve sosyal gelişim bundan olumsuz etkilenebilmektedir. Kuralları esnetmek, azaltmak, değiştirmek gerekebilir ama kurallar mutlaka olmalıdır. Kurallar olmadığında iyiyi ve doğruyu öğrenmek, kişisel değerleri geliştirmek zorlaşır. Ergenlik dönemi kendi içinde belirsizliklerin ve hızlı değişimlerin olduğu bir dönemdir, ergen bu değişimler içinde kaygı duyar, güvensiz hisseder. Kurallar ve sorumluluklar bu noktada devreye girer. Ergen hayatı ile ilgili sorumlulukları alabildiğini gördükçe kendine yeten bir birey olma yolunda ilerleyebilir. Yoksa amaçsız ve ümitsiz biri olarak hayatını kontrol altına almakta zorlanabilir. Anne-babalığın en zorlu sınavı ise ergenlik döneminde hak ve sorumluluklar arasındaki dengeyi kurmaktır. Anne-baba doğal olarak alıştığı, bildiği kuralları devam ettirmek isteye bilir. Oysa ergenin becerileri gelişmektedir. Bu nedenle yeni kurallara, haklara ve sorumluluklara ihtiyaç duyar. Anne-baba çocukluk dönemindeki tutumlarına devam ederlerse iki sonuç çıkabilir, bir her şeye itiraz eden, uyumsuz, asi bir ergen ya da büyümeyi erteleyen, becerileri gelişmeyen bir ergen... Bazen anne-babalar ergenlik döneminin hassas bir dönem olduğunu anladıkları için bazen de ergenin öfke ve tepkisinden uzaklaşmak için bu dönemde kuralları tamamen ortadan kaldırırlar. Böyle bir durumda ise sanılanın aksine ergen daha mutsuz ve hırçın olur. Ergenlik döneminde otoriter olmaktan çok demokratik olmanın aile içindeki çatışmaları azalttığı bilinmektedir. Katı kurallar, değişmeyen sınırlar ergenin asi tutumu, anne-babadan uzaklaşması ile sonuçlanabilir. Ergeni tehlikelerden korumak için karşısında değil yanında olmak gerekir. Arkadaşları ile sinemaya gitmek isteyen ergeni birkaç kez engelleyebilirsiniz ama sonunda ne yapıp edip (yalan söyleyerek ya da evden izinsiz çıkarak) arkadaşları ile istediği yere gidecektir. Sonrasında ise ev içinde tansiyon iyice artarak ilişkiler zarar görme noktasına gelecektir. Bunun yerine sizin belirlediğiniz sınırlar içerisinde arkadaşları ile sinemaya gitmesine izin vermek, bu sınırlara uyduğunda daha fazla haklar elde edebildiğini görmek ergenin sorumluluk ve güven duygusunu geliştirecektir. Ergenler kişiliklerini ve kimliklerini ortaya koymak isterler, anne-baba bunun için uygun ortam sağladığında ilişkilerin yıpranmasına gerek kalmamış olur. Ergenin kavgası çoğu zaman anne-babasıyla gibi görünse de aslında kendisiyledir. Anne-baba bunu anlayıp onun yanında oldukları gösterdiklerinde ergen anlayacaktır. Anne‐babalara.. Ergenlik dönemi hakkında bilgi edinin. Çocuğunuzun size karşı olan davranışlarının birçoğunun size karşı, sizi sinirlendirmek, sabrınızı taşırmak için özellikle yaptığı şeyler olmadığını içinde bulunduğu dönemin özelliği olduğunu öğrenmek tepkilerinizi değiştirebilir. Ergenlik dönemi yetişkinlerden gelen öğüt ve önerilerin kabul edilmediği dönemdir. Ergenler yaşadıkları duru her ne ise en kötüsünün onların başına geldiğini, kimsenin (özellikle ebeveynlerinin) onları anlayamayacağını düşünürler. Arkadaşlar bu noktada cankurtarandırlar. Ergenin canını sıkan durumlarda onu her zaman dinlemeye hazır olduğunuzu söyleyin, gösterin. Ama öğüt vermeden önce bir kez daha düşünün. Ergen sorunları ile kendi baş etmeyi öğrenmektedir. Sizinle konuşurken çözüm önerisine değil aslında anlaşılmaya, dinlenilmeye, ciddiye alınmaya ihtiyacı vardır. Konuşmak istemediği zamanlarda buna saygı gösterin. Kişisel sınırlarına saygı gösterin, sizin çocuğunuz olabilir ama o ayrı bir birey. Tabi ki onunda sizin sınırlarına saygı göstermesini bekleyin. Sevginizi bazen kelimeler ile değil bir jest ile gösterin. Bazen onu ne kadar sevdiğinizi söylemek yerine bir kuralı esnetmek, içinde bulunduğu durumu anladığınızı gösteren bir şey yapmak havayı yumuşatacaktır. Ergenlik değişim demektir. Ergen anne-babası olarak sizin de değişmeniz gerekir. Aslında çocuk yetiştirmek gelişime ve değişime ayak uydurmak anlamına gelir. Çocuğunuz 10 yaşına geldiğinde ona hala 1 yaşındaymış gibi davranmazsınız 16 yaşına geldiğinde de 10 yaşındaymış gibi davranmamaya özen göstermeniz gerekir. Bu noktada sorunlar daha çok aslında anne-baba ergenin bir yetişkin gibi davranmasını beklediklerinde de sorun yaşabilmektedir. Beklentileri ve sınırları yaş dönemine uygun seviyede belirlemek anne-babalığın zorlu gereklerinden biridir. Çocuğunuzu iyi tanımaya çalışın, ihtiyaçlarının farkında olursanız ortak bir anlaşma yolu bulmak, uzlaşmaya varmak mümkün olacaktır. Ergenler ciddiye alınmak, önemsenmek, başarılı ve becerikli olduklarını görmek ve tabi her insan gibi takdir edilmek isterler. Bunun için fırsatları iyi değerlendirmek gerekir. Kişisel güveni geliştirmede temel basamağın sağlıklı insan ilişkilerini geliştirmeye dayalı olduğu belirtilmektedir. Erikson’un (1963) yaklaşımındaki sekiz basamak güven ya da güvensizliğin oluşmasındaki aşamayla başlar ve çocuktaki güven diğerleriyle olan ilişkiyle gelişir (Akt., Mitchell, 1990). Sullivan (1947), ergen gelişiminde sosyal gücün diğer insanların etkisine bağlı olduğunu belirtmekte ve etkili bir insanın kişilerarası ilişkilere ihtiyaç duyduğu için diğerleriyle ilişkilerini sürdürdüğünü, ender durumlarda diğerleriyle ilişkisini kesebildiğini savunmaktadır. Sullivan kişiliğin normal ya da patolojik olarak gelişmesinde insanlarla olan ilişkinin çok önemli olduğunu belirtmekte ve olumlu kişilerarası ilişkiler kurmanın mutlu ve doyum verici bir yaşam için gerekli olduğunu savunmaktadır. Ergenin yakın çevresi ile ilişkilerinin ve ruhsal yapısının, diğer yandan içinde yer aldığı toplumsal çevrenin üzerindeki etkisi son derece büyüktür. Duygusal ilişkilerden çevre ile iş ilişkilerine kadar yaşanan tüm etkileşim biçimleri ve bu biçimleri belirlediği bilinen sosyal ve ekonomik yapılar ve bu yapılara bağlı olarak yaşanan değişmelerin saldırganlık eğilimini etkilediği düşünülmektedir. Toplumsal normlara göre meşru bir ortamda ve geniş sosyoekonomik koşullarda yetişen ergenler gelecek yaşamlarında ruh sağlığı yerinde ve başarılı bireyler olabilmektedir. Ayrıca, insan psikolojisi başlangıçta aile ortamında anne-baba model alınarak biçimlenmeye başlamakta ve bu süreçte temel güven duygusunun gelişmesi ve çocuğun kendisini özerk bir birey olarak kabul etmesi (Bulut, 1990), aile üyeleri ve birinci derecede de anne ile kurulan ilişkilerin niteliğine bağlı olmaktadır. Geleceğin mimarları olacak ergenlerin, sağlıklı yetişkinler olabilmeleri ve sağlıklı nesiller yetiştirebilmeleri anne babaların onlara model olabilecek nitelikte olumlu tutum ve davranışlar sergilemeleriyle olasıdır. Anne-babaların çocuk yetiştirmedeki tutumları onların bilişsel, sosyal, duygusal yapılarını etkilemekte ve davranışlarında bu etki ortaya çıkmaktadır. Kritik bir dönem olan ergenlikte kuşak çatışmaları yoğun yaşanmakta ve bu da ergenlerin kendilerini aileden izole etmesine ya da uyumsuzluğa neden olmaktadır. Özellikle yaşıtları ve çevresindekilerle uyumlu ilişkiler kuramayan ergenlerin geçimsiz, hemen her zaman gergin ve sürtüşmeli, kavgacı, kural tanımayan bir profil çizdikleri görülmektedir. Ergenler üzerinde yapılan bir takım çalışmalarda kişilerarası ilişkiler açısından saldırganlık ile intihar davranışları arasındaki ilişki irdelenmiş saldırgan ve zorbalık gösteren ergenlerin aynı zamanda depresyon ve intihar eğilimli oldukları belirtilmektedir. Bu ergenlerin okulda, aile içi ve akranlar arasında yaşanan kişilerarası ilişkiler ve sosyal ilişkiler yönünden saldırgan eğilim gösterdikleri ve bu ergenlerinde gerek ailede gerekse akran grupları sosyal çevrede saldırgan davranışlara maruz kaldıkları vurgulanmaktadır (Kaltiala-Heino, Rimpela, Marttunen, Rimpela ve Rantanen, 1999; Klomek, Marrocco, Kleinman, Schonfeld ve Gould, 2007). KAYNAKÇA Aybek, B. ; Çelik, M.; Tümkaya, S.; Ergenlerin kişilerarası ilişkilerini etkileyen sosyal yaşantı değişkenlerin incelenmesi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sorias, D. (1986). Sosyal beceriler ve değerlendirme yöntemleri, Psikoloji Dergisi, V(5): 25-26. Uzamaz, F. (2000). Sosyal Beceri Eğitiminin Ergenlerin Kişilerarası İlişki Düzeylerine Etkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Yavuzer, H. (2010). Çocuk Psikolojisi. (20. Basım). İstanbul. Remzi Kitapevi.
11 SUÇLU ÇOCUKLARDA ZEKA ÖZELLİKLERİ SUÇUN NEDENLERİ – SUÇ ETOLOJİSİ Oligophrenie (Zeka Geriliği): Oligophrenie, doğuştan veya erkenden edinilen zeka geriliği durumları demektir. Zeka azlığı da, bu anlamda kullanılmaktadır. Oligophrenieler, hastalık belirtisi ortaya koymazlar. Bu kavramla, zeka kapasitesi, organizmanın, onun çevresi karşısında gerektiği gibi hizmet etmesi için yeterli olmayan kişiler nitelendirilir. Rahatsızlığın ağırlık derecesine göre; hafif derecesi “debilitaet”, orta derecesi “imbezillitaet” ve ağır derecesi “idiot” olarak isimlendirilir[36]. William Stern, zekayı genel olarak tanımlar; istemler üzerine düşünce amaçlarının amaca uygun kullanıma sokulmasıdır. İlk olarak Richard Dugdale (1877), aptallığı (zayıf akıllı) soysuzlaşma işareti olarak gördü ve onun yapısal az değerlilikle bağlantısını iddia etti. Henry H. Goddard, suç işlememiş gençlerden bir kontrol grubu oluşturmaksızın gençlerin suçluluğu üzerinde yaptığı araştırmada (1912, 1914, 1915), genç suçluların %25’den %50’ye kadar aptal (zayıf akıllı) olduğunu tespit etti. Bu sonuç, daha sonraki çok kapsamlı zeka araştırması vasıtasıyla onaylanmadı. Hatta çoğu kez mahkumların I. Dünya savaşına katılan ABD askerlerinden daha zeki olduğu tespit edildi. Diğer yandan yeni araştırmalar, suçluların suç işlemeyenlere göre daha az zeki olduklarını ortaya koydu. Bu sonuç, zeka testlerinin sınıfa bağlı zekayı ölçtükleri; orta sınıfın çocuklarını iyi okula gönderdikleri, alt sınıf çocukların ise iyi eğitim alamadıklarından; orta sınıfın zeka testinde daha iyi sonuç verdikleri yönlerinden şüphesiz tartışıldı. Resmi bilinen suçlar esaslı olarak alt sınıftan, fakat suçlu olmayanların orta sınıftan geldikleri ileri sürüldü. Bazı yetişkin suçluların az zekaya sahip oldukları doğru olmakla birlikte; onların suçunun oluşumunu zeka açıklamaz. Her durumda onların suçtan sonra kolay yakalandıkları ve mahkum edildikleri kabul edilir. Şüphesiz bu işlenen suçun şekline de bağlıdır. Şiddet suçu failleri nüfusun ortalama bireyine göre, muhtemelen daha az zekaya sahiptirler; buna karşılık ekonomik organize ve politik suçlular nüfus ortalamasına göre, yüksek sosyal zekaya sahiptirler; bu yüzden polis ve mahkeme önünde yetenekli davranırlar[37]. Zeka suçlarına, bazı casusluk (vatana ihanet) suçları, ekonomik suçlar ve her şeyden önce dolandırıcılık dahildir. Goring’in 3000 İngiliz ağır suçlu üzerinde yaptığı araştırmada, esaslı ağırlıkta aptal kişi buldu; bunlar, suç işlememiş uygun nüfus grubuna göre, zekaca aşağı seviye idiler[38]. Daha sonra yapılan araştırmalar, suçlular arasında zeka geriliğinin sanıldığı kadar yüksek olmadığını ve nüfustaki sayılarından biraz fazla olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, Dr. Gluck, 1918 yılında Sinsing Cezaevinde 608 mahkûm üzerinde yaptığı dokuz ay süren araştırmada, bunların %28’inin farklı derecelerde geri zekalı kimseler olduğunu belirlemiştir. Birleşik Amerika’nın Maryland eyaleti ceza ve ıslahevlerinde yapılan başka bir araştırmada, zeka geriliğinin mahkumlar arasında %27 olduğu görülmüştür. Genel nüfus içindeki zekaca normalin altında olanların oranının %3-5 olduğu kabul edilirse, suçlular arasındaki oranının çok yüksek olmadığı görülür[39]. Suçlular arasında zeka geriliği (azlığı) üzerine yapılan bazı araştırmaların sonucu şu şekildedir[40]. Stumpfl 166 ilk suç işleyen 195 mükerrir %8,4 %26,7 Zeka geriliği “ Rattenhuber 11 tehlikeli genel adaba karşı %29 “ M. Riedl 200 erken suçlu 200 geç suçlu 150 suçlu kökenli %49 %26 %65,3 “ “ “ Bonhoeffer 404 sık cezalandırılan serseri mükerrir yaralama suçu işleyen %22 %22 “ “ Vervaeck’in 1000 mükerrir ve 1000 ilk defa suç işleyen kişinin akli durumu üzerine yaptığı araştırma, aşağıdaki sonucu ortaya koydu[41]: Zeka Çok iyi Orta Eksik Akli çöküntü 1000 ilk suç işleyen 7,5 57,2 31,7 3,6 1000 mükerrir suçlu 3,3 32,3 47,3 17,1 A. Schmid ve Schnell’in mükerrirlerin zekasının esaslı azlığı üzerine benzer tespitleri şu sonuçu vermişti[42]. Zeka İyi Yeterli Kötü 500 ilk suç işleyen 18,6 60,7 20,7 500 mükerrir fail 13 52 35 Suçun türü kriter alınarak, az zeka kapasitesi ile karakteristik çeşitli suç grupları esas alınarak Rockoff/Homann (1977) tarafından yapılan bir araştırmada; aşağı zeka seviyesinde (IQ’su 79 ve aşağısı) ve karşılaştırma grubu içinde normal zekada (IQ’su 90 ve üzeri) 2227 fail tespit edilmiştir; zekası normal olanlar sıklıkla şiddet unsuru içermeyen ve topluma veren suçlardan mahkum edilmiş iken; zekası az olanlar sıklıkla şiddet suçları işlemişlerdir. Şiddet suçları içinde cinayet ve yaralamanın ayrıldığı bir araştırmada, katillerin, yaralama suçu faillerine göre daha az zeka düzeyinde olduğu ortaya çıkmıştır. Tübingen’de genç failler ile karşılaştırma grubu arasında yapılan araştırma, şiddet suçlarından mahkum olan gençlerin, cezalandırılmayanlara göre, ortalamanın aşağısında IQ seviyesinde oldukları ortaya çıkmıştır[43]. Özetlenecek olursa, araştırmaların birlik sağlanamayan sonuçları, zeka ve suç arasında doğrudan doğruya bir bağlantının mevcut olmadığını, göstermektedir. Bu sonuç şaşırtıcı değildir, çünkü, zeka bir insanın davranışını tek başına belirlemez[44]. Ancak, geri zekalılık öğrenme gücünü azalttığından, bunların daha çok ilgiye ihtiyaçları vardır. Bunların doğdukları çevre genel olarak normal bir bakım ve eğitimi temin edemeyecek kadar düşük seviyede olduğundan, bu çocukların her türlü kötü etkilere açık bir şekilde bırakılmaları ve iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırt edilebilecek durumda olmamaları onları sık sık suça yöneltebilir. Çünkü bunlar, davranışlarını kontrol etmeyi kolay öğrenemedikleri gibi, başkalarının telkinlerine de açıktırlar ve kötü bir çevre içinde yanlış yola kolaylıkla yönelebilirler[45]. Bu yazı Prof.Dr. Timur Demirbaş’ın’in Seçkin Yayıncılık’tan çıkan “Kriminoloji” kitabından alınmıştır.
12 SUÇLU ÇOCUKLARDA KİŞİLİK VE YAKIN ÇEVRE İLİŞKİLERİ
13 SUÇLULUK KURAMLARI SUÇLULUK KURAMLARI Toplumumuzda son zamanlarda şiddet ve suç olgusunun artmasının sonuçları toplumun geleceğini tehdit edecek düzeyde olduğu öngörülmüştür. Toplumda genel olarak artan suç olayları doğal olarak o toplumdaki gençleri ve çocukları da kapsar. Bu sebeple çok erken yaşlarda suça bulaşan çocukların sayısı gittikçe artmaktadır. Toplumu tehdit eden suç faktörünün kökeninde kalıtsal, biyolojik ve fizyolojik nedenler kadar, toplumsal ve yaşanılan çevre etkenleri de sorumlu tutulmaktadır. İnsanlığın yüzyıllar boyu tartışmasız uzlaştıkları belki de tek konu, çocukların toplumun geleceği açısından önemli olduğu gerçeğidir (Yavuzer, Ekim 2015). Suçluluk konusu içerisinde en çok önemsenen konu şüphesiz “çocuk suçluluğu ‟dur” diyebiliriz. Çünkü o yaşlarda hem zihinsel olarak hem de fiziksel olarak tam bir olgunluğa erişmemiş olan çocuk, aynı zamanda toplumsallaşma sürecindeki rollerinin de farkına varamamış olan ergenlerin suç işlemesi, toplumun suçluluk konusunda üzerinde durması gerektiğini vurgular. Genç zaman zaman kurallara karşı koymak ve bununda toplum tarafından normal karşılanmasını bekleyecektir. Hatta normları kendine göre düzenleme çabası gösterecektir. Lakin bu çabalarına karşı çıkılırsa, ailesi ve çevresi tarafından anlayışla karşılanmazsa suçlu davranış ortaya çıkacaktır (Yağbasan, 2012). Suçu Açıklayan Kuramlar Kuramların çok sayıda olmasında, toplumdaki suç çeşitliliklerinin payının önemli olduğu söylenebilir. “Diğer bir ifade ile; gerek çok sayıda suç türünün olması (hırsızlık, tecavüz, zimmete para geçirme, adam öldürme, dolandırıcılık, rüşvet, gasp vb.), gerek suçlulukla ilintili çok sayıda değişkenlerin var olması (yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, suçlu akran grubu, sorunlu aile yapısı, göç, alkol ve uyuşturucu, yerleşim yerinin özelliği, kültür, formel ve enformel denetim unsurlarının zayıflığı, damgalanma vb.) ve gerekse de suç işleyenlerin sahip olduğu bireysel özelliklerinin (yaş durumları, medeni durumları, mesleki yapıları, sosyalleşme biçimleri, cinsiyet durumu vb.) farklılık arz etmesi gibi nedenler, suç olgusunun çok perspektifli açıklamasını gerekli kılmıştır (Kızmaz Z. , 2005). Suçu ve suçlu davranışı açıklarken bu kadar çok faktöre bağlı olunması kuramlarında kendi içerisinde çok sayıda değişkenlik içereceğini gösteriyor. Her bir kuram suçlu davranışın temelinde yatan nedenleri farklı değişkenlere bağlı kalarak açıklamaya çalışmıştır. Bazıları tamamen geleneksel sosyolojik yaklaşımlarla suçlu davranışları açıklarken, bazı kuramcılar ise bütünleşik (tümleşik) kuramlarla açıklamaya çalışmışlardır. Geleneksel kuramlar, suçu ve suçlu davranışı açıklamak için geliştirilen ilk kuramlardır. Günümüzde bütünleşik kuramlar daha sık kullanılmasına rağmen ilk dönemlerde daha çok geleneksel kuramların uygulandığını söyleyebiliriz. Sosyal Organizasyonsuzluk Kuramı Sosyal organizasyonsuzluk (social disorganization) teorisi, 1920‟li yılların başında, Shaw ve McKay‟ın suçun ekolojik incelemeleri çerçevesinde yaptıkları araştırma bulgularının formüle edilmesi ile ortaya çıkmıştır.” Bu kuram, suçun şehir alanlarının yansımasının olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal organizasyonsuzluk kuramı, sosyal çözülmelerin en fazla kentlerde olduğunu ifade etmişlerdir. Suçun kentlerde çoğaldığı görülmüştür. “Bu nedenle onlara göre şehir alanları, sapma ve suç araştırmaları için birer laboratuar konumundadır. Sosyal düzensizlik kuramcıları, araştırmalarını özellikle, fahişeliğin, intiharın ve diğer sapkın veya suç eylemlerinin en çok gerçekleştiği disorganize veya çözülmüş alanlarda (slum vb.), yoğunlaştırmışlardır(Kızmaz Z. , 2005). Sosyal organizasyonsuzluk kuramı; suçluluk üzerinde “heterojen yapı, çöküntü bölgeleri, sosyal hareketlilik, sanayileşme ve kentleşme” gibi etkenlerin, doğrudan veya dolaylı olarak etkilerine bakmaktadır. Shaw ve McKay ise; yoksulluk, kültürel karmaşıklık ve şehirlerdeki değişiklikler şehir yaşamlarını şekillendiren bu etkenlerin toplumsal çözülmelere yol açtığını savunurlar. Çünkü bu etkenler, insanların “toplumsal değerlere” bağlılıklarını azaltarak, onları suç yöneltir (Sokullu, 1999) (S., 1994). Sosyal organizasyon kuramı, özellikle geleneksel toplumlarda zayıflamış sosyal denetimsizlikleri açıklamaya çalışır. Sosyal denetimsizliğin sebebini toplumsal problemler olduğunu savunur. Bu sosyal problemler (fakirlik, işsizlik, aile sorunları ve zayıf denetim vb.) sosyal düzensizlik yaratan suç unsurları olarak görür. Bu tarzdaki yerleşim yerlerinde suçlu davranış oranlarının yüksek olması bu kuramı doğrular. Gerilim Kuramı Gerilim kuramı, Merton tarafından geliştirilmiştir. Suçlu davranış ve sapma eylemleri Amerika toplum yapısının doğal bir sonucudur. Merton‟a göre, Amerika toplumu sosyal yapı olarak alt sınıfa mensup ve özelliklede siyah ırktan olanların sınıf ve sosyo ekonomik olarak durumlarını iyileştirmelerinin çok zor olduğunu söyler. Amerika toplumunda, alt sınıftakiler arasında yasal yollarla iyi bir eğitim alarak iyi şartlarda okuyup ve yine iyi bir mesleğe sahip olmak neredeyse olanaksızdır. Bu sınıftaki insanların suçlu davranış potansiyelinin daha aktif olduğu gözlemlenmiştir. “Merton, alt sınıfa mensup olan bireylerin, meşru amaçlara yasal yollardan ulaşma imkânlarının bloke edilmiş olduğuna inanmaktadır. Merton‟a göre; alt sınıfa mensup dezavantajlı dediğimiz grubun bireyleri, ekonomik açıdan iyi veya statülü sınıfla aynı imkânlarda olamadıkları için, bir üst sınıfa girebilmek adına birçok gayri meşru yolları denediklerini söyleyebiliriz. “Bu sebeple Merton‟a göre suç, ani sosyal değişme ile ortaya çıkan bir olgu değil, daha çok toplumsal yapı fenomenidir.” Bundan dolayı Merton, suçun kaynağını sosyal yapılar içinde aramıştır (Merton, 1968). Merton klasik gerilim teorisini açıklarken; insanların Amerikan rüyasını gerçekleştirmek için bazen kültürel hedefler ile toplumsal normlar arasında kalmaları durumunda suçlu davranışın oluşmasını normal olduğunu kabul eder. Toplumdaki normların insanlarda uyum davranışı yerine çoğu zaman uyumsuzluk yarattığını da vurgulamıştır. Her insanın sahip olmak istediklerine ulaşması için bazen sosyal normlarla karşı karşıya gelebileceğini söyler. Böylece toplumda bir kuralsızlık oluşur. Bu kuralsızlıklarda ona göre daha çok maddi kaynaklı problemlerdir. Kısacası insanlar sahip olmak istedikleri hayata ulaşmak için bazen normlarla karşı karşıya gelebilir. Böylece gerilimin ve beraberinde suçun oluşması olağandır. Alt Kültür Kuramı Bu kuramın genel olarak, çocuk veya gençler arasında yaygın olduğu kabul edilen çeteler içerisinde yer alan alt sınıftan olan insanların suç, sapma ve suçluluk potansiyelleri üzerinde durduğunu söyleyebiliriz. Alt sınıf üyeleriyle özdeşen suç kavramı özellikle bu kuramcılar ile gerilim kuramcılarının ortak noktaları olduğuna dikkat çekmektedir. Ancak her iki kuramın her ne kadar ortak noktası olsa da alt-kültür kuramlarının suç araştırmalarında alt-kültürün önemine vurgu yapması bu kuramı diğer kuramlardan farklı kılan bir özellik olduğu ifade edilmiştir (Kızmaz Z. , Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama, 2005). Cohen‟e göre işsizlik, fakirlik ve kısıtlı imkânlar bireylerin sahip olacakları sosyal statüyü belirleyici en güçlü faktörlerdendir. Bu nedenle de bu gençler, maddi imkânlar açısından düşük bir sosyal statüye mahkûmdurlar. Bu durum çoğu zaman bu gençlerin aşağılık duygusuna kapılmalarına ve bazen de kendilerini bu duyguya mahkûm eden topluma düşmanlık beslemelerine neden olabilir. Dolasıyla gençler için tek çıkış noktası iyi bir eğitimle daha iyi bir statü elde etmektir. Ne var ki okulda da bu gençleri orta sınıf değerlerinin hâkim olduğu bir sistem beklemektedir (Cohen, 1955). “Bu noktada Cohen‟in modelinde gençlerin yaşadıkları gerilim karşısında seçebilecekleri üç farklı alternatif vardır: 1) Sokak Çocuğu 2) Kolej Çocuğu 3) Suçlu Çocuk Sokak çocuğu modeli alt sınıflarda tercih edilen ve yaygın davranış tarzı olarak karşımıza çıkar. Bu modeldeki çocuklar orta sınıf değerlerine göre yetiştirilmemiş olmalarına karşın suçu hayatlarının bir parçası olarak benimsememişlerdir. Zira içinde bulundukları durum onları suç işlemeye itecek kadar kendilerini rahatsız etmemektedir. Daha çok mevcut durumu kabullenme vardır. Kolej çocukları ise, orta sınıf değerlerine göre yetiştirilmiş ve bu sebeple de orta sınıf statüsüne kavuşabilmek ve başarılı olabilmek için başarılı olabilmek için çabalayan gençlerdir. Suçlu çocuklar ise, orta sınıf değerlerine göre yetiştirilmiş olmalarına rağmen bu sistem içinde başarılı olamadıkları için orta sınıfa düşman kesilen, elde edemedikleri sosyal statüye suç işleyerek erişmeye çalışan gençlerdir. Bu gençler, benzer sorunları olan diğer gençlerle bir araya gelerek çete şeklinde ifade ettiğimiz suçlu alt kültürlerini oluştururlar. Böylece kendilerine ait saygı ve statü değerleri oluştururlar. İllegal faaliyetlerde bulunup halkı korkuyla sindirirler. Böylece toplumdan intikamlarını almış olurlar. Gönüllü bir şekilde olmasa da artık herkes kendilerine saygı duyuyordur. Böylece “statü problemleri” çözülmüş olur (Cohen, 1955). Sosyal Öğrenme Kuramları Sosyal öğrenme kuramı; suçu, kriminolojik olaylarla beraber toplumdaki kurallar, değerler ve davranışların öğrenilmesiyle alakalı olarak açıklamaya çalışır. Bu kuram, hem yasal olmayan davranışta suç değerini rasyonelleştirir hem de suç tekniklerinin öğrenilmesini içerir. Sosyal öğrenme kuramı; aynı zamanda “ayırıcı birleşenler, ayırıcı pekiştirme ve nötrleştirme teorisi” gibi yaklaşımları da içermektedir (Siegel, 1989). Sutherland (1939, 1947) göre suçluluk, insanların “kriminal değer ve normlarla” etkileşimleri sonunda öğrendiklerini başka bir ifadeyle, “sosyal etkileşim” kavramıyla anlatmaktadır. Fakat ona göre, suçluların bir araya gelmesi sonucunda suç oluşması için yeterli bir sebep değildir. Suçlu davranışın ortaya çıkmasında;” suçlu gruplarla olan ilişkinin sıklığı, süresi, önceliği ve yoğunluğu” da önem arz eder (Hagan, 1991)(Ellis, 1987). Bu kurama göre suç, ne biyolojik sebeplere bağlı oluşan zekâ seviyesindeki düşüklük ve doğuştan getirilen bireysel eksiklerle, ne psikopatik ve kişilik bozukluklarıyla ne de yoksulluk gibi ekonomik kaynaklı sebeplerden dolayı ortaya çıkmaz. Suç‟ u tamimiyle toplumsal etkileşim çerçevesinde bir “öğrenme faaliyeti” sonucunda ortaya çıktığını savunur (Conklın, 1989)(Ellis, 1987)(Siegel, 1989). Suçlu davranışın öğrenildiğini savunan bu kuram, kişilerin sürekli etkileşim halinde olduğu yani vaktini geçirdiği kişilerden suçlu davranışı öğrenirler. Özellikle de kültürel çevresiyle etkileşim içerisinde olan kişi daha çabuk suçlu davranışı öğrenir. KAYNAKÇA Altan, Ö. Z. (2000). Sosyal Politika. Eskişehir:: Anadolu Üniversitesi Ders Kitapları Yayın No:8. Burkay, S. (2009). Sosyal Problem Görünümüyle Sapma ve Suç. Ankara : Siyasal Yayın. Ö. Cömert & Y. Sevim (2017). Çocuk ve Suç İlişkisinin Sosyolojik Suç Kuramları ile İncelenmesi
14 ÇOCUK SUÇLULUĞUNA YAKLAŞIM BİÇİMİ & ÖNLEME ÇALIŞMALARI Sosyal bir varlık olan insan, her dönemde, her kültürde toplum düzenini sarsan davranışlar gösterebilmektedir. Suç olarak kabul edilen bu davranışlar, küçük ve resmi olmayan gruplarda o grubun kendi kurallarıyla; daha büyük ya da resmi kuramlarda kural, yönetmelik ve yasalarla; toplumda ise kınama, toplum dışına itme gibi geleneksel yollarla kontrol edilmeye çalışılır. Toplum, kurallarını çiğneyenlere karşı çeşitli yaptırımlar uygularken, diğer yandan suçluluğun nedenlerini ortaya çıkartmaya çalışmakta ve önleme çarelerini aramaktadır. Suç olgusu her geçen gün farklılıklar göstermektedir. Bu değişmeye paralel olarak çocuk suçluluğu dünü, bugünü ve yarınını açısından incelendiğinde suçluluk konusu içinde ayrı bir öneme sahip olduğu görülmüştür. Ruhsal, zihinsel fiziksel yönden tam bir olgunluğa erişmemiş toplum içindeki rol ve görevlerini tam olarak benimseyememiş çocukluk dönemi dediğimiz olgunun içinde yer alan bireylerin suç işleyip işlememesi ya da suçlu olup olmaması en az içinde bulunduğu gelişim evresi kadar karmaşıktır. Çocukların işledikleri suçlar, sebep ve nitelik açısından erişkinlerin suçlarından farklıdır. Yani çocuk suçluluğu, hukuksal örüntüsünün dışında, psiko-pedagojik ve sosyal bir olgudur. Tüm dünyada ve bizim ülkemizde çocukluk ve gençlik çağında işlenen suçlar devamlı bir gündem teşkil etmektedir. Çünkü mal aleyhine işlenen suçlar, adam öldürme ve cinsel suçlar başta olmak üzere 18 yaşından önce işlenen suçların devamlı artmakta olduğu görülmektedir. Toplumların geleceği açısından hukukçular, toplum bilimciler, eğitimciler, yöneticiler ve suç bilimcileri çocuk suçluluğu, çocuk suçluluğunun nedenleri ve çocuk suçluluğunun önlenmesi konularında önemli çalışmalar yapmışlardır. Her araştırma sonuçlarıyla beraberinde bir takım soruları da içinde barındırmıştır. Zira zamana karşı bilim yarışmaktadır. Gelişen ve değişen dünya beraberinde değişen değer yargılarını, ahlak kurallarını, hızlı ve düzensiz kentleşmeyi, artan nüfusu, ekonomik bunalımları, göçleri, hızla gelişen bilgi teknolojisini ve yanlış kullanıldığında oluşan sorunları da beraberinde getirmektedir. Çocuk suçluluğu incelenirken, çok farklı profillerden ele alınıp, en son aşamada da “Suçlu çocuğun eğitilip iyileştirilerek topluma kazandırılması” işlemiyle devam eden süreç ortaya koyulmalıdır. Başka bir ifadeyle zinciri oluşturan halkalar tek tek incelenmelidir. Toplumun en küçük bireyi olan ve temel yapısını oluşturan çocukların, iyi bir şekilde yetiştirilmesi ve dış etkenlerden korunması toplumun geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Toplumun sağlam temeller üzerinde ileriye yönelik gelişimi, toplumun özünü oluşturan çocukların gelişimi, eğitimi ve korunması ile ilgilidir. İnsanların üzerinde ittifakla anlaştıkları tek konu ise çocukların toplumun geleceği olduğu gerçeğidir. Bütün toplumlar varlıklarını korumak ve devam ettirmek isteğindedirler. Bu sebeple toplumlar, kendilerini oluşturan yapı içerisinde varlıklarını tehlikeye sokan eylemlerle karşılaştıklarında, bu eylemleri cezalandırma yolunu seçerler. Bu yönü ile ceza, toplumun düzenini bozan davranışların bir daha yaşanmaması veya en az seviyede karşılaşılması için yazılı ve yazısız kurallarla önceden belirlenmiş yaptırımlardır. Tarih boyunca tüm toplumlarda suç kavramı, sosyal bir gerçeklik olarak varlığını korumuş, toplumsal gelişim ve değişimle birlikte suçların algılanış biçimleri, suç türleri, suç işleyen bireye karşı gösterilecek tavır ve yaklaşımlarda değişmiştir. Geçmişi iyi bir şekilde incelendiği takdirde, birçok suçlunun suç işlemeye daha küçük yaşlardan başladığı ve bu şekilde zaman içerisinde elde edilen tecrübelerle gerçek suçlu tiplerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Toplumdaki suç olgusunun tamamen ortadan kaldırılması mümkün bulunmamakla birlikte suçluluk ve suçlularla mücadele edebilmenin ve bunu azaltabilmenin başlıca çaresi çocuk suçluluğunun önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması olduğu kabul edilen bir gerçektir. Bu bağlamda toplumun geleceğini emanet edeceği çocukların, suça yönelmesinde hangi nedenlerin etkili olduğunun tespiti önem arz etmektedir. Bu nedenle toplumlar, içinde bulundukları koşullara göre sürekli bir değişim ve gelişim içerisindedir. Bu değişim ve gelişime paralel olarak kurallar da değiştiğinden suç olgusunda da farklılıklar görülmektedir. Çocuk suçluluğu genelde suçluluk konusu içinde ayrı bir öneme sahiptir. Ruhsal, zihinsel, fiziksel yönden tam bir olgunluğa erişmemiş toplum içindeki rol ve görevlerini henüz kavrayamamış olarak nitelendirebileceğimiz ergenlik çağındaki çocukların suç işlemesi toplumları suç ve suçluluk konusu üzerinde ayrı bir dikkatle eğilmeye itmiştir. Ergenlik çağındaki bu hızlı gelişmenin yarattığı dengesizliğin bilgi ve deneyim eksikliğiyle de bir arada bulunması, gencin sosyal normlara uyum göstermesini büyük ölçüde zorlaştırır. Aynı zamanda çevresinden toplumsal kabul bekleyen genç, beğenmediği bazı toplum kurallarını yeniden düzenlemeyi düşünür. Eğer bu bağımsız olma duygularına toplumdan olumlu bir yaklaşım olmazsa çocukların suça yöneldikleri görülmektedir. Diğer taraftan değişen değer yargıları, ahlak kurallarının yarattığı karmaşa, hızlı ve düzensiz kentleşme ve sanayileşme, göçler, ekonomik bunalımlar gibi sosyoekonomik ve kültürel kaynaklı nedenler ailedeki alkolizm, yoksulluk, ailenin parçalanması, çocuk sayısı, eşler ve çocuklar arasında çatışma olması, aile fertlerinin yaşamlarını sürdürmek için gerekli olan temel gereksinimlerini karşılayamaması da ergeni suça iten etkenler arasında sayılabilir. Psikolojik ve fizyolojik gelişimini tamamlamamış küçüklerin işlediği suçlar ile yetişkinlerin işlemiş olduğu suçlar, dış görünüşleri itibariyle aynı olsa dahi, onları suç işlemeye yönelten veya onlara suç işleten nedenler çok çeşitlidir. Kişisel ve sosyal nedenlerin yanı sıra birçok kuvvetli ya da zayıf nedenler birleşerek çocukları suça sürüklemektedir. Çocukluk ve gençlik çağında işlenen suçlar bütün dünyada en çok tartışılan toplum sorunlarından biri olmaktadır. Genel olarak onsekiz yaşından önce işlenen suçların hızla yaygınlaştığı görülmektedir. Daha da önemlisi suçluluk oranındaki yükseliş, gençlik nüfusunun artış oranından daha hızlı olmaktadır. Çocuk ve gençlerin yasadışı ve topluma karşı suçları ülkeden ülkeye çeşitlilik göstermekle birlikte her yerde mal aleyhine suçlar, adam öldürme ve cinsel suçlar başta gelmektedir. Günümüzde suç ve çocuk suçluluğu problemi, tek nedenle açıklanamayacak kadar karışık ve evrensel bir boyut kazanmıştır. Çocuk suçluluğunu önleyici programlar, mevcut suçları önlemede ya yeterli donanıma sahip değildir ya da yeterli donanıma sahip olsalar bile uygulamada bazı aksaklıklar nedeniyle istenilen başarı yakalanamamaktadır. Gelişmekte olan birçok ülke bu problemle ya çok az ilgilenmekte ya da ilgilenmemektedir. Bu nedenle, uluslararası iş birliğine dayalı programlar yetersiz kalmaktadır. Gelişmiş ülkeler çocuk suçluluğunu önlemeye yönelik programlar uygulamaktaysa da bu programların genel etkileri var olan sorunu çözmekte yetersiz kalmaktadır. Uluslararası yeterli verinin olmaması sorunun çözümünde bir engeldir. Öncelikle çocuk olarak kabul gören 18 yaşın altındaki kişiler bir suç işlediği zaman hangi hukuki yaptırıma neden olduğu işlemiş olduğu zamanda ki yaş grubu incelenecektir. 12 yaşını doldurmamış bir çocuğun cezai sorumluluğu yoktur. 12 yaşını doldurmuş her çocuğun hukuki kurallara uymadığı zaman cezai sorumluluğu vardır. Fakat işlemiş olduğu suça göre de bir denetim ve gözetim altında tutulması söz konusudur. Bunun yanında çocuk 15 yaşını ve ya 18 yaşını doldurmamışsa da yine işlemiş olduğu zamana göre hangi yaş grubunda bulunuyorsa da ona göre bir hukuki yaptırımı söz konusudur. Ülkemizde geçmişe dönük istatistikî veriler sağlıklı bir şekilde kayıt altına alınamadığından birçok değişken incelenememiş veya günümüzdeki verilerle karşılaştırma yapılamamıştır. Çocukların işlemiş olduğu bazı suçlar, mağduriyetin giderilmesi, kişi tarafından affedilmesi gibi nedenlerden resmi kayıt altına alınamadığından gerçekte ne kadar çocuk suçluluğu olduğu bilinememektedir. Toparlamak gerekirse, Çocukların suça yönelmesini önleyecek çözümlerin üretilmesi çok önemlidir ve toplumsal bir görevdir. Ancak, suça sürüklenen çocukların da topluma kazandırılması için kanunlarda yer alan mekanizmalara işlevsellik kazandırmak en az önlemek kadar önemlidir. Çocuk ve gençlerin suça itilmelerini önlemek için, küresel düzlemde savaş ve çatışmaların durdurulması, iç ve dış göçlerin önlenmesi, yoksulluğun ve işsizliğin azaltılması öncelikle sayılacak zorunluluklardır. Toplumsal düzeyde ise çocuk ve gençlerin eğitimine destek olunması için ekonomik ve sosyal politikaların uygulanması, ailelerin parçalanmasına yol açan nedenlerin en aza indirgenmesi, tek ya da iki ebeveynli tüm ailelerin çocuk ve gençlerin yetiştirilmesi ve desteklenmesi konusunda eğitilmesi, gençlerin madde bağımlılığına düşmelerini önleyecek projelerin geliştirilmesi gerekir. Sokak çocukları ile sokakta çalışan, madde bağımlısı, suça sürüklenmiş çocuklar gibi tüm dezavantajlı grupların rehabilitasyonu, toplumla uyum içinde yaşamaları için gerekli ekonomik, sosyal ve kültürel düzenlemeler gerçekleştirmelidir. Sonuç olarak, Suç işlemiş bir çocuğun sosyal ve ekonomik hayata geçişini destekleyecek, sosyal haklarının farkına varma ve kullanma konularında danışmanlık verecek, sosyal, sportif ve kültürel etkinliklerden yararlanmasına yardımcı olacak bir sisteme gereksinim vardır. Kaynakça KANER, S., Suçluluğu Açıklayan Yaklaşımlar, A.Ü.Eğitim Bilimleri Dergisi Sayı 11,Ankara, 1993. SEVÜK, H.Y., Uluslar Arası Sözleşmelerdeki İlkeler Açısından Çocuk Suçluluğu İle Mücadele,İstanbul, 1998, s.1. BÜLBÜL, S., DOĞAN, S., Suça sürüklenen çocukların durumu ve çözüm önerileri. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2016; 59: 31-36

Birinci Öğretim



Yok


Çocuğu suça iten nedenler, Çocuk ve ergen suçluluğu kavramları, Önleyicilik yeniden eğitim izleme çalışmaları, Çocuk ve ergen suçluluğu sorununu, Ülkemiz koşullarında inceleyebilecek ve alınması gereken önlemler


Hafta Teorik [OgretimYontemVeTeknikleri] [OnHazirlik]
1 Derse genel giriş
2 Çocuk Suçluluğunun Tanımı ve Tarihçesi
3 Evrensel bir Sorun Olarak Çocuk Suçluluğu
4 Ülkemizde Çocuk Suçluluğuna Dair Çalışmalar
5 Ülkemizde Çocuk Suçluluğuna Dair Çalışmalar
6 En Çok İşlenen Suç Türleri
7 Ergenlik Döneminin Tanımı ve Bu Evredeki Gelişim
8 VİZE SINAVI
9 Ergenlik Döneminde Toplumsallaşma
10 Ergen Aile ve Yakın Çevre İlişkileri
11 Suçlu Çocuklarda Zeka Özellikleri
12 Suçlu Çocuklarda Kişilik ve Yakın Çevre Özellikleri
13 Suçluluk Kuramları-Bireyi & Ortamı Temel Alan Görüşler
14 Çocuk Suçluluğuna Yaklaşım biçimi, Önleme Çalışmaları

Çocuk ve Suç (Yavuzer, 2011)



Yarıyıl (Yıl) İçi Etkinlikleri Adet Değer
Ara Sınav 1 100
Toplam 100
Yarıyıl (Yıl) Sonu Etkinlikleri Adet Değer
Final Sınavı 1 100
Toplam 100
Yarıyıl (Yıl) İçi Etkinlikleri 40
Yarıyıl (Yıl) Sonu Etkinlikleri 60


Etkinlikler Sayısı Süresi (saat) Toplam İş Yükü (saat)
Ara Sınav 1 1 1
Final Sınavı 1 1 1
Bütünleme Sınavı 1 1 1
Quiz 1 1 1
Tartışma 14 1 14
Takım/Grup Çalışması 1 1 1
Gözlem 14 1 14
Beyin Fırtınası 14 1 14
Makale Kritik Etme 14 1 14
Bireysel Çalışma 14 1 14
Ödev Problemleri için Bireysel Çalışma 14 2 28
Final Sınavı içiin Bireysel Çalışma 6 2 12
Okuma 14 1 14
Sözlü Sınav 1 1 1
Performans 14 1 14
Quiz için Bireysel Çalışma 1 1 1
Toplam İş Yükü (saat) 145

PÇ 1 PÇ 2 PÇ 3 PÇ 4 PÇ 5 PÇ 6 PÇ 7 PÇ 8 PÇ 9 PÇ 10
ÖÇ 1 5
ÖÇ 2
ÖÇ 3
ÖÇ 4
ÖÇ 5
ÖÇ 6
ÖÇ 7
ÖÇ 8
ÖÇ 9
ÖÇ 10
ÖÇ 11
ÖÇ 12
ÖÇ 13
ÖÇ 14
* Katkı Düzeyi : 1 Çok düşük 2 Düşük 3 Orta 4 Yüksek 5 Çok yüksek